11 Ocak 2008 Cuma

Samwise The Brave

Hayal denizleri vardır küçük bedenlerin her gece uykunun sıcacık avuçlarına kendilerini teslim etmeden önce serinlemek için daldıkları… Kimisi anne ve babasının yastığının başında okuduğu masaldaki kulede esir kalmış güzeller güzeli prensesi kurtarmanın peşindedir, kimisi ise izlediği bir filmin etkisinde dünyayı kurtarmanın derdine düşmüştür. Kız ya da erkek fark etmez. Her insanın çocuk yaşta başlayan tutkuları vardır. Bu tutkuların esiridir onlar. Başka hiçbir şeyin değil.
İnsan yaşı ilerledikçe küçükken hayalini süsleyen yerlerin çok uzağında kalır. En nihayetinde de hayatın umut edilenden yanından çok gerçek havası ciğerlere çekilir. Peki bu anda bireyler için her şey bitmiş midir? Küçükken hayali kurulan kahraman olma isteği yerini daha acı bir hakikate mi bırakmıştır? Kahramanlar hep sayfalar arasında kaybolmak zorunda mıdır? Evet, gerçek kahramanlara genelde geçmişte ve hikayelerde rastlanır. Yaşanılan anın kahramanı yoktur.
Peki kitaplarda nasıl yansıtılır kahramanlar? Belki sadece ejderhanın boynunu saplandığı taştan çıkardığımız kılıçla almamız bizi bu mertebeye eriştirir. Kimisine ise yetenek yetmez. Yetenek kadar dürüstlük de son derece önemlidir. Kimisine göre ise kahramanlık dörtte üç aptallık dörtte bir cesaret işidir. Kıssadan hisse vuralım… Kahramanlık herkes tarafından kabul edilmektir hepsinden öte. Ancak içinde potansiyel olup da kahramanlığını göstermesine izin verilmeyenler de olur. Eskiden tipi ve kar pencereleri döverken, sobanın başında aile büyüklerinin anlattıkları kahramanlık hikâyeleri vardır. Dinleyen çocuk söz konusu yiğit ile karşılaştırır kendini. Sonunda ise hep kendini galip çıkarır düellodan. Başta söylediğim gibi… O gece başlar çocuk hayal etmeye.
John Ronald Reuel Tolkien tarafından kaleme alınan ve 1950’li yılların ortasında piyasaya sürüldüğü günden bu yana dünya çapında en çok okunan kitapların başını çeken Yüzüklerin Efendisi birçoklarına göre sadece fantastik bir romandır. Okuyana katacağı pek bir şey yoktur. Büyük bir kesime göre ise eser en edebi kitap kadar edebi değer taşımaktadır. Önyargıları yüzünden okumayanların anlayamayacakları olgular içerir. Ancak neydi peki bu kadar insana “Bu öykü gerçek olmalıydı” dedirten? 29 Temmuz 1954’de okuyucusuyla buluşan ve popülaritesini günümüzde dahi koruyan bu eser bu kadar tutmuşken, milyonlarca insan yanılıyor olabilir miydi? Bu kadar fanatiğinin olması kesinlikle fantastik bir destanı aktarmasından dolayı değil. Bunun nedeni sadece ve sadece yaşama dair tüm duyguları, hırsları, korkuları, cesareti, umudu, dostluğu, aşkı, özlemi ve dolayısıyla hayatın ta kendisi olmasının bir sonucudur benim nazarımda. Kitapta ulaşılan her başarı karakterlerin birbirlerine duyduğu güven ve dostluk bağları sayesinde gelmiştir. Kitabın anlatmak istediklerinden biri dostluğun önemi ve bu sayede başarılamayacak bir şeyin olmadığıdır. Kahramanlar kaderi kabullenirler elbette ancak kadere küsmezler ve aksine kararlı iradeleri sayesinde kadere inat yürürler. Bu yolda tek ihtiyacınız içinizdeki inancı ve isteği baki tutmaktır. Bu yolla anlamak mümkündür ki sırt çantanızda taşımanız gereken tek şey de maneviyattır. Bu yüzden roman bittiğinde anlarsınız ki küçük insanlar dahi büyük şeyler başarıp, kahraman olabilirler. İşte şimdi o hikâyenin arada kalmış ama en önemli, en gerçek karakterine, Samwise Gamgee’ye, hakkını verme zamanıdır.
Samwise Gamgee nazarımda tüm zamanların en büyük kahramanıdır. Hayallerinde bile ayakları yere basan bir karakterdir. Aslında mensubu olduğu halkın tipik yaşam tarzı yüzünden pek büyük hayallere sahip değildir. Yaşadığı küçük köyde anlatılan hikâyeler de çok basit olmasına karşın her çocuğun içinde olmak isteyeceği türdendir. Samwise’ın tek hayali ise ölümsüz Elfleri ve yaşadıkları dünyanın kendi bulundukları bölgesine hiç uğramayan fülleri bir kez olsun görebilmektir. Ancak onun elinden gelen tek şey mesleği olan bahçıvanlığı icra etmektir. İçindeki potansiyeli ne ailesi, ne bahçıvanlığını yaptığı Frodo, ne de en kötüsü kendisi bilmektedir. Yalnız gün gelir hiç beklemedikleri şekilde canından çok sevdiği Frodo ile birlikte çok büyük bir yolculuğun içinde bulur kendini. Artık hayalleri sadece Elfleri ve fülleri görmekle sınırlı kalmayacaktır. Yanların yok edilmesi gereken bir yüzük, önlerinde dinledikleri en kötü öyküden daha da zorlu bir yolculuk ve ellerinde sadece umut ve irade vardır. Romanın en sadık, en faydalı ve en sağlam karakterli adamını tanımaya bu andan sonra başlarız aslında. Yolculuklarının en mutsuz anlarında aslında romanın baş kahramanı olan Frodo’ya karşı gösterdiği müthiş dostluk ve sadakat örneği onu okurun gönlünde ayrı bir yere kondurmuştur. Samwise dostuna olan sevgisini, güvenini ve bağlılığını asla kaybetmez. Herkese cesaretin, dostluğun, iradenin ve gücün; dolayısıyla da kahramanlığın sembolü olduğunu kanıtlar. Öykü sonunda hedefe ulaşılmışsa eğer bu görevin gerçek sahibi Frodo’nun değil Samwise’ın sayesindedir. Çünkü onun önünde ordular diz çökse az gelir. En umutsuz anlarda bile hayalleri vardır onun, kahramanlık hayalleri… En zor anlarda bu hayallerine tutunarak ilerleyebilmiştir. Öyle ki kitabın bir bölümünde Frodo’ya kendilerinin de bir gün şarkılara ve öykülere konu olup olamayacaklarını sorunca Frodo şaşırır ve o da şu sözlerle devam eder: “Acaba bir gün insanlar ‘Haydi şimdi Frodo ve Yüzük’ün hikayesini hikâyesini dinleyelim’ diyecekler mi? Ve sonra ‘Evet, en sevdiğim hikâyedir. Frodo gerçekten çok cesurdu değil mi baba?’ diye soran oğluna, baba ‘Evet oğul, o Hobbitlerin en meşhurudur’ diye cevap verecek mi acaba?” Bunun üzerine Frodo, Samwise’a döner ve o vurucu konuşmayı yapar: “En önemli karakterlerden birini unutuyorsun. Yiğit Samwise! Ondan da biraz bahset. Çünkü Sam olmasaydı Frodo oraya gidemezdi!” Her şeyin başında köyünden dışarı bir adım dahi atmamış sıradan bir bahçıvanken, her şey sona erdiğinde ölümü görmüş, ateşten geçmiş, yaşanabilecek tüm felaketleri yaşamış bir kahramandır o.

Hiç yorum yok: