christopher nolan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
christopher nolan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2008 Çarşamba

The Dark Knight

Heyecanlıydım! Hem de çok. Anlatmaya dilim varmaz. Sadece aylar vardı önümde. Her filmi bu denli beklemem ben. Bir gariplik vardı ama ne. Sonuna dek bu heyecanı, bu mutluluğu saklayabilecek miydim? Lanet olası ocak ayı geldi. Haberler kötüydü. Merakla beklediğim filmin, en merakla beklediğim performansını sergileyen oyuncu sırtına ölüm ceketini geçirdiğinde ne moral kaldı, ne sevinç. Heyecanım söndü, kursağımda kaldı, yutkundum ama gitmedi. Bir müddet kalmalıydı orada. Bu kadar kolay olmamalıydı hazmı. Can çekişmeliydim biraz. Canhıraş bir çığlık koyuverdiğimde farkında değildim çevreme dolan birkaç bedenin sessizce beni izlediğinden. "O gitmiş"ti, benim için. "Kim"di onlara göre.
En sevdiğim kötü kahraman... The Joker! Bundan önceki birkaç yazımda da bahsini etmişimdir illâ ki. Ben hatırlıyorum çünkü. Küçükken ders kitaplarımın arasına sakladığım her çizgi romanda o vardı. Kendine has oyunları, yürüyüşü vardı... Gülüşü vardı yüreklerde yankılanan. Oyuncaklarımdan bahsettiğimi da hatırlıyorum, hani şu hepsini kırıp dökmekten zevk aldığım. İyi adamım hep Batman'di. Alınan her yeni oyuncağın kabri olurdu çöp kutusu. Ancak bir türlü kıyamadığım oyuncağımdı, anti-kahranımdı o. Bu yüzdendir bir türlü iki oyuncağı yeniştiremem. Bir üstünlük yoktu. Açık olmam gerekirse kalbim The Joker'den yana olurdu ama nedense iyiliğin yok olmasına hiçbir zaman olanak tanımak istemezdim.
Aradan yıllar geçti ama ben ne The Joker'e olan sevgimden ne de çocuksu ruhumdan vazgeçtim. İnadına perçinledim hatta. Boyalı ve pencereli sayfalardan, plastik oyuncaklardan, çizgi dizilerden sonra beyaz perdede rastladım sonra ona. Canlandıran isim öylesine büyüktü ki The Joker biraz daha büyüdü onun sayesinde. Jack Nicholson'un üstüne giydirmiştim artık, ötesi yoktu. 2005 yılında Batman karakterinin beyaz perdedeki son filmi olan Batman Begins vizyona girdiğinde filmin son sahnesine en çok sevinen ben olmuşumdur herhalde. Bir sonraki filmin üzerine oturtulacağı zemin belli olmuştu çünkü. The Dark Knight isimli devam filminde hayatımın anti-kahramanını bir kez daha, başka bir bedende izleme fırsatım olacaktı. Sonraki süreç The Joker'i kimin canlandıracağını merak etmekle geçti ve en nihayetinde de isim belli oldu; Heath Ledger. "Have you ever danced with the devil in the pale moonlight?" tümcesini bu kez onun ağzında duyup, kendimden geçecektim. Sonra Ocak ayının sonlarına doğru gelen bir haber... Heath Ledger'in ölümü. Çekimlerini tamamlamayı başardığı The Dark Knight'in yakalayacağı büyük başarıya tanıklık edemeden gitti. Başarının en büyük nedeni...
Aylar göz açıp kapayana dek geçti. Çok hızlı. Filmin vizyona girişini takip eden günlerde şaşkınlığım arttıkça arttı. Amerika'da tüm zamanların en iyi açılışını yaptı ve hem yapımcıları sevindirdi hem de düşüşe geçen Hollywood'a moral verdi. İnternetin en büyük sinema veritabanı olarak nam salan IMDb'de yarattığı deprem ise şaşkınlıkların asıl sebebiydi. Kullanıcıların oylarıyla oluşan ve bu bazda tüm zamanların en iyi 250 filmini sıralayan IMDb Top 250 listesine aldığı 9,4 ortalama ile ilk sırada girdi. Yıllardır bu listede bir numarada yer alan The Godfather ve The Shawshank Redemption gibi yapımlara bir anda basamak düşürdü, benim de IMDb'nin gözümdeki imajını... The Dark Knight bir anda tüm zamanların en iyi filmi olarak nitelenebilir miydi?
Aslında uzun zamandır IMDb'nin popülaritesinin artmasından oldukça şikayetçiydim. Bir şey ne kadar fazla rağbet görürse o kadar çok ayağa düşüyor. IMDb de bu modaya uydu ne yazık ki! Sinemaseverler izledikleri yapımlara farklı gözle bakmaya başladı. İzlerken filmi yaşamak yerine, filme 10 üzerinden puan biçmeye başladı. Akabinde IMDb'ye koşup günah çıkartma, rahatlama. Açıkçası filmler gerçekte hakettiği değerleri layıkıyla yansıtamaz oldu. Pek çok sinemasever açısından da IMDb izlenmeyen filmler için başvurulacak bir kriter merkezi olmaktan çok her şeye benzedi. Yine de yanlış anlaşılmasın, The Dark Knight kesinlikle kötü bir film değil. Hatta son derece kaliteli kotarılmış bir devam filmi. 10 üzerinden puan biçme meraklılarının yüksek puanı kesinlikle verebilecekleri bir film. Ancak hele bir oturup soluklanmak, mümkünse bir bardak su içmek gerekli. İzleyici karşısına henüz 1 hafta evvel çıkan bir yapımı "tüm zamanların en iyisi" olarak nitelemek ne kadar doğru? Zaten her insanın gönlündeki liste değil midir önemli olan? Yoksa, yemişim IMDb'yi!
Peki bu filmin IMDb'de elde ettiği başarının nedenleri neler olabilir? Pek tabii baş aktörlerden Heath Ledger'in şok ölümünün bundaki etkisi oldukça yüksek ve insanların büyük bir kısmı duygusal davranmış olabilir. Ayrıca filmin son derece popüler bir çizgi roman uyarlaması olduğunu da unutmamak lâzım. Yönetmen Christopher Nolan'ın oldukça başarılı kariyeri ve ilk filmdeki başarısı ikinci filmi kamçılamış olması da mümkün. Yine Michael Caine, Morgan Freeman, Gary Oldman, Christian Bale, Aaron Eckhart ve tabii ki Heath Ledger gibi isimlerin harika performansları da göz önünde bulundurulmalıdır.
Peki benim hislerim neydi film bitişiyle birlikte ekrana vuran "Dostumuz Heath Ledger'a ithafen" yazısını gördüğümde? Öncelikle söylemeliyim ki büyük usta Nicholson'a giydirmiş olduğum The Joker rolünü haddim olmayarak ondan alıp Heath Ledger'a veriyorum. Bir duygusallık değil bu, The Joker'i The Joker yapan tüm özellikleri iliklerine kadar yaşamış da oynamış Heath Ledger. Yürüyüşü, kendisini hep gülümserken gösteren yüz boyası, akılane oyunları ve bittabii hâlâ kulaklarımda çınlayan kahkahası. Şimdi kızıyorum Heath Ledger'a. Bu film için varını yoğunu ortaya koyup, geceli gündüzlü çalışıp kendisini yıprattığı için. The Joker'i bu denli kusursuz oynayabilmek için kendinden feragât edişine hayıflanıyorum. Hani soruyor ya "Neden bu kadar ciddiye alıyorsun?" diye, işte bu kadar ciddiye alışına kızıyorum. Kusurlu oluverseydi de hayatta olsaydı, diye söyleniyorum ama sesimi sadece ben duyuyorum. Bu bir Batman yazısı olacaktı, olmadı. Olmasın! Zaten bundan sonra ne vakit kitap arası çizgi romanlarımı, oyuncaklarımı, çizgi diziyi hatırlasam, o gelecek aklıma. Kara Şövalye ismi hep onun oynadığı The Joker'i çağrıştıracak bana. Elimde olsa filmin adını da değiştireceğim, The Joker koyacağım. Öyle ya, film afişi olarak bile onun yer aldığı afişi kullandım. Tıpkı resimdeki gibi arkasını döndü, ve yaptığı müthiş finalin ardından bir kez daha "Gitme"nin işe yaramazlığını yüzümüze vurdu. Jack Nicholson beni bağışlasın!

14 Ocak 2008 Pazartesi

Batman Begins

Küçükken her çocuk gibi ben de oldukça salaktım. (Şimdi "Hiç de bile, ben salak değildim" diyenler olursa onlara mutfağın yerini göstermekle yetineceğim. Çaydanlık üstten ikinci dolapta). Evet, salaktım. Özeleştiriyi çok iyi yaparım ben. Pek çok çocuk gibi yığınla oyuncağım vardı. Yolda yürürken vitrinde beğendiğim bir oyuncağı alması için babamın başında et bırakmazdım. Dükkanın içinden zaferle ayrıldıktan sonra o oyunca ertesi güne kalmaz, paramparça olurdu. Bunu gören babam da bana bir daha oyuncak almayacağının sinyallerini gözleri ile verirdi. Çünkü bunu ilk defa yapıyordum. Haklı, adam da bıkmış olmalı. Ancak suç benim değildi. İnanın ki değildi. Küçüklüğümden beri otomobillere ilgim olmadığı için benim oyuncak koleksiyonum mümkün mertebe sevdiğim kahramanların oyuncaklarından oluşurdu. İçlerinden en sevdiğim oyuncağım da Batman'di. İşte tüm suç bu oyuncağındı, daima! Çünkü alınan her yeni oyuncağı akşam okuldan eve geldiğimde Batman ile dövüştürürdüm. Ancak başta da belirttiğim gibi salaktım, Batman'in rakibini kırıp atmadan savaşı Batman'e kazandıramazdım. İşte kısır döngü bundan ibaretti. Hatta, şimdi hatırladım, ben bu oyuncağı okula bile götürürdüm. Öğretmen ders anlatırken ben "Çuv, dıkşın" nidalarıyla oyuncakları kavga ettirirdim. Yok yok, ben salaktan da öteydim, maldım biraz...
1940'lı yıllarda DC Comics tarafından ortaya çıkan bir çizgi roman kahramanıdır Batman, nam-ı diğer Thomas Wayne'den olma, Nancy Wayne'den doğma Bruce Wayne. Çocukken çizgi roman okumanın zarafetinden bihaber olduğum için ancak çizgi filmleriyle büyüyebildim ben bu karakterin. Belli bir yaşa gelince de oyuncaklarının yanına fazlasıyla çizgi romanları da yığıldı.
Tüm süper kahramanların aksine son derece varlıklı bir ailenin çocuğudur Batman. Burjuvadir yani bir bakıma. Tek korkusu yarasalardır küçük Bruce Wayne'in. Bir gece anne ve babası gözleri önünde bir sokak çetesi tarafından öldürülünce kara bir perde iner Bruce'un gözleri önüne. Kendi kendine söz vermiştir. Büyüdüğü zaman yaşadığı ve giderek yozlaşan Gotham şehrini içinde barındırdığı pisliklerden arındıracaktır. Bunu yapabilmesi de ancak farklı bir kimlikle makuldür. Kendi korkularının başkalarının da korkusu olması adına o artık Batman'dir. (Çok da gaza getirici yazarım). Evet, Batman benim çocukluğumun kahramanıdır. Üstelik o Superman ve Spider-Man gibi uyduruk bir süper kahraman değildir. Onlar gibi tanrı vergisi yetenekleri yoktur. Onlar kadar şanslı değildir. Batman en sevdiğim süper kahramanı sorgulayacak bir ankette oyumu adına kullanacağımdır.
Birçok Batman filmi yansıtıldı beyaz perdeye. Zincirin ilk halkasını 1989 yılında çile çekse izleyeceğim, rastık çekse bekleyeceğim, niyet çekse inanacağım, halay çekse katılacağım yönetmen Tim Burton'ın Batman'i oluşturur. Bu film bir çizgi roman kahramanının beyaz perdeye yansıtıldığı en iyi yapımdır o zamanlar. O filmde Batman'i beterböceğimiz Michael Keaton canlandırmıştır. Batman'in en azılı düşmanı The Joker'i usta oyunca Jack Nicholson karakterin hakkını vererek oynamıştır.
Bu filmi 1992'de yine Tim Burton'ın sinemaya aktardığı Batman Returns takip etti. Bu yapım da ilki kadar başarılı bulunmasa da kimilerine göre ilk filmden de iyiydi. Filmde Batman'i yine Michael Keaton canlandırırken, Batman'in en bilinen düşmanlarından Penguin'i Danny DeVito canlandırmıştı.
Yıl 1995 olduğunda Kara Şövalye bu kez sinemalara Batman Forever filmiyle döndü. Yönetmenlik koltuğunda ise artık Joel Schumacher vardı. Batman'i Michael Keaton'dan sonra bu kez Val Kilmer canlandırdı ve pek de başarılı olamadı.
Bu filmden iki yıl sonra, 1997'de, en kötü Batman uyarlaması olan Batman&Robin yine Joel Schumacher imzasıyla beyaz perdeye taşındı. Kara Şövalye'ye hayat veren aktör ise bu kez George Clooney oluyordu. Filmdeki kötü adam Mr.Freeze rolünde ise odun adam Arnold Shwarzenegger'i gördük. Bu filmle birlikte Batman'e uzunca bir süre ara verildi. 2005'e kadar...
2005 yılında ise The Prestige, Insomnia ve Memento gibi yaptığı bütün işler başarılı olan yönetmen Christopher Nolan Batman hayranlarının beklediklerine değecek müthiş bir iş çıkardı. O yıl çekilen son Kara Şövalye uyarlaması olan Batman Begins vizyona girdi ve büyük kesim tarafından Batman'in sinemaya en iyi uyarlandığı yapım kabul edildi. Bence de öyleydi. Gerek oyuncu seçimi, gerek yansıtılan Gotham şehri, gerekse Batman'in son derece uyumlu öyküsü Batman Begins'in Batman'e çağ atlatmasına olanak tanıdı. Bu filmde Batman'i The Prestige'in Alfred Borden'i, çok sevdiğim aktör Christian Bale canlandırdı. Uşak Alfred rolünde ise usta oyuncu Michael Caine'i izledik. Bu isimlere Liam Neeson, Katie Holmes, Gary Oldman, Ken Watanabe ve Morgan Freeman gibi oyuncular eşlik etti. Filmde en beğendiğim şey ise sonunda bırakılan açık kapıydı. Ne miydi o açık kapı? 2008 yazında vizyona girecek olan devam filmi The Dark Knight'da Batman'in düşmanının The Joker olacağının ipucuydu. Kendisi zamanında kıramadığım tek kötü adam oyuncağımın ta kendisidir. Israrla bekliyorum...