peter jackson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
peter jackson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2009 Cumartesi

The Lovely Bones

Daha önce The Lovely Bones'in Peter Jackson tarafından beyaz perdeye aktarılacağını söylemiştim. Aradan neredeyse 2 sene geçti ve filmin fragmanı görücüye çıktı. Kitabın havasına yaraşır bir film olacağa benziyor. İmzayı atan Peter Jackson olunca şaşırmıyoruz tabii. Yeni Zelanda'da çekimleri tamamlanan filmin yapımcılığını WingNut Films üstleniyor. Bir aksilik çıkmadığı takdirde yeni yılın ilk ayında sinema salonlarındaki yerini alacak. Bu arada... Peter Jackson da gün be gün gençleşmekte.

31 Mart 2009 Salı

The Frighteners

Bir nesil hayalet hikâyeleri ile, perili köşklerin tüm ihtişamlarıyla ürpertici tepelerde konuşlandığı filmlerle büyüdü. Kendimi gayet rahat bir şekilde bu nesle dahil edebilirim sanıyorum. Ne günlerdi ama... Ghost Busters'in sümük yeşili hayaletleri, ailemizin hayaleti Casper'in birbirinden kötü ama bir o kadar duygusal amcaları, Sleepy Hollow'un kesik başlı süvarisi, "Ölmek için güzel bir gün" ile "Ölmek için kötü bir gün" arasında seyreden Flatliners, adı üç kez yinelenince anında yanınızda biten Beetle Juice... Üstelik her zaman korkmak ve gülmek arasında gidip gelmek yetmedi bize. Ghost'ta "Aşka bak ulan" deyip göz pınarlarını kuruttuk. Hülasa her daim işimize yarayacak bir hayalet öyküsü illâ ki bulduk.
Bu hikâyelerden biri de geride bıraktığımız bunca yılın ardından omuz hizamızdan peşimize baktığımızda satır aralarına sıkışıp kalmış, şimdilerde pek de hatırlanmayan, lakin bir dönem her birimizi yüreğinden yakalamış bir yapım. 1996 yılının bir ürünü olan bu film elbette ki The Frighteners. Kamera arkasında ve önünde birçok yeteneği bir araya getirmiş olan bu yapım dönemin kült komedi-gerilim filmlerinden biriydi. Pek çoklarına "Lan evet ya" dedirtip, üç nokta koyduran bu filmin hikâyesine gelince...
Frank Bannister birkaç yıl evvel geçirdiği bir trafik kazasında eşi Debra'yı kaybetmiştir. Bazı kayıpların bir getirisi olacak ki bu elim olayın ardından Bannister ölüleri görebilme, onlarla iletişim kurabilme yetisi kazanmıştır. Bu gelişmenin ardından mesleği olan mimarlıktan vazgeçmiş, ayarttığı birkaç hayaletin de yardımıyla başka bir işe girişmiştir. O artık bir hayalet avcısıdır. Hayalet arkadaşları insanların evlerinde aniden beliriyor, Bannister'in kartını bırakıyor ve olaya o an dahil olan Bannister da olaya müdahalesini yapıp, paracıkları cebine indiriyor. Olay bu kadar basit aslında. Bu sırada kasabaya dadanan kötü bir hayalet insanların canını almaya başlamıştır. Kısa süre sonra bu hayaletin yaşamı sırasında 13 kişiyi öldürmüş ve idama mahkum olmuş olan Johnny Charles Bartlett olduğu öğrenilir. Öldürme dürtüsünü öteki dünyada da dizginleyememiş olan bu adamı elbette ki durduracak tek kişi vardır.
Türkiye'de bir çeviri faciasına sebep verecek biçimde Sevimli Hayaletler olarak yayınlanmış bu filmin yönetmeni Peter Jackson. En büyük süksesini The Lord of the Rings üçlemesi ile yapan bizim Yeni Zelandalı'nın aslında 2000'lerin başında geleceği noktayı adım adım belli ettiği filmlerden biriydi The Frighteners. Braindead ile sinyali veren, Heavenly Creatures ile bu adamda iş var dedirten, The Frighteners ile kariyerinin olgunluk çağına ulaşan; The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring, The Lord of the Rings: The Two Towers ve The Lord of the Rings: The Return of the King ile bayrağı zirve noktasına yerleştiren bir adam Peter Jackson. Her filminde ufak bir sahnede kendine yer vermeyi de ihmal etmez. İnsanın heyecandan yerinde duramamasına vesile olacak The Lovely Bones, The Hobbit ve The Hobbit 2 de yönetmenin sıradaki filmleri arasında.
Filmin metin yazarları arasında yer alan ve aynı zamanda filmin yapımcılığını da üstlenen ismin de önünde saygıyla eğilmek lazım. Back to the Future efsanesinin yaratıcısı Robert Zemeckis'ten söz ediyorum. Şahsen belirtmem gerekir ki bu adamın imzası bulunan hiçbir yapımda düş kırıklığına uğramadım.
Oyuncular içerisinde göze ilk çarpan isim son derece tanıdık: Michael J. Fox. The Frigtheners aktörün parkinsona yakalanmadan önceki son filmlerinden biri olma özelliği taşıyor. Fox'u filmde hayalet avcısı Frank Bannister rolünde izliyoruz.
Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü'nde Aragorn'un Paths of the Dead'de ölülerle karşılaştığı sahneyi izleyin, sonra bir de The Frighteners'de Peter Jackson'un gözümüze gözümüze soktuğu şeffaf varlıklara bir göz gezdirin. Bizim Yeni Zelandalı'nın geçirdiği evrimi, Yüzüklerin Efendisi'nde ulaştığı noktaya nasıl da tırnakları ile kazıya kazıya geldiğine şahit olun. Sanırım Jackson'un LOTR üçlemesinde maruz kaldığı eleştirilerin ne denli yersiz olduğu bu sayede ortaya çıkacaktır.

30 Mayıs 2008 Cuma

The Lord of the Rings: The Two Towers

Malum Tolkien denince akan sular duruyor bende. Kendisinin eserleri içinde de en meşhur olanı tahmin ettiğiniz üzere Yüzüklerin Efendisi üçlemesi. Esere ve yazara blogda olabildiğince fazla yer ayırmaya çalışmıyorum. Kendiliğinden oluveriyor. Kütüphaneme baktığımda gözüme ilişiyor kitaplar. "Aaa bunu yazmalıyım" diyorum ve yazıyorum. Yazdım da. Ağustos ayında olması gerek. Sonra Blind Guardian dinlerken "Bu şarkı da nefismiş" diyorum, parçanın adına bakınca Lord of the Rings ismi gözüme çarpıyor. "Eee haydi bunu da Dinlenmesi Gerekenler'e ekleyeyim" diyorum. O da eklendi. Filmlerin ve kitabın üzerinden bir kez daha geçerken bu defa müthiş replikler gözüme çarpıyor. "Aha, bunun da yeri Büyük Filmlerden Büyük Replikler" olmalı diyorum, oluyor. Ben bir şey yapmıyorum yani. Vallahi. Ha olur ya... İçinizden birileri "Başlarım senin Tolkien'ine de Yüzük'üne de onun efendisine de" diyebilir. Böyle durumlarda profilimden e-posta adresime ulaşabilir ve sorunu ulu orta değil benimle, bire bir, çözme yöntemine başvurabilirsiniz. Hatta bir yerlerde buluşup işi kökünden de halledebiliriz. Belki de sadece mutfağa gidip çay koymamı istersiniz. Bakın bunu tercih ederim.
Birkaç ay önce anılarla dolu bir Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği yazısı yazmıştım. Kitabı değil, filmi ele almıştım. Bir şey yarıda kesmek olmaz. Peter Jackson ilk filmi çekip ikinci ve üçüncü filmleri "Bundan sonrasını izleyici kendi kafasında çeksin" demiş midir? Elbette hayır. Benim durumum biraz farklı tabii. Ancak olsun bahane bahanedir. İlk filmin ardından ikinci film hakkında da birkaç detaya başvurmak istedim.
Az sonra okuyacaklarınız her zaman yazdıklarımın çok dışında bir film yazısı olacak. Yüzüklerin Efendisi'ni bilmeyen kalmadı. Ben kime ne anlatacağım. Ha, bilmeyen kaldıysa da kusuruma bakmasın artık. Çünkü bu kadar detay içeren bir eserin şurasında olan şu'yu anlatamayacağım. Dedim ya, farklı olacak bu yazı. Konuyu falan geçeceğim. Üçlemenin en çok tartışılan filmi üzerindeki eleştirilerden bahsedeceğim.
Dünyadaki puristlerin sayısı bilinmez. O kadar çoktur ki bu adamlardan. Sanki tanrı onları insanları sinir etsinler diye yaratmıştır. Bir romanı çok severler mesela. Hastasıdırlar. O roman üzerindeki bilgilerini başkaları ile kıyaslamaktan büyük haz alırlar. "Ben daha iyisini biliyorum" ve "Ben senden daha detaylı okudum" demekle eşdeğerdir bu. Evet, tam üstüne bastınız, bir nevi sidik yarışı yani. Yüzüklerin Efendisi fanatiklerinde de bu duruma çokça rastlanır. Artık gına getirmiştir bu durum. Kendim fanatiği olduğum için bu konu hakkında çok rahat içimi dökebilirim. Kendim gibi olan birçok Yüzüklerin Efendisi fanatiği ile karşılaştım. "Kendim gibi" demekten kastım fanatiklik. Yoksa onlar gibi değilim, çok şükür. Bir yerden konu açılır. Bu "bir yer" de kitaplar olur. Muhabbetin gidişatına dayalı olarak ben "En sevdiğim eser Yüzüklerin Efendisi'dir. Bugüne kadar şu kadar kez okumuşumdur" derim. Ancak kesin ve doğru bir rakam veririm. Sonra karşımdaki adam atlar. Ben ne sayı verdiysem iki katını söyler. Bu da onun kitabı benden daha fazla sevdiği anlamına gelir onun gözünde. Eh, ona göre ben yıkılmışımdır da Allah bilir. Hatta hiç unutmam, bir arkadaşım kendisini kıyaslamak uğruna bir demirciye Narsil'i bile yaptırdığını söylemişti. "Yürü git" derler adama. Allah'ın dünyadan bihaber demircisine "Bana Narsil'i döver misin" desen, "Narsil kim hemşehrim, sana ne yaptı ki" demezsen gelin suratıma tükürün. Neyse, fazla konu dışına çıkmayalım. Demem o ki, bu puristler bilmişlikleri ile bana isyan ettirecek en sonunda. Öykünün birinde bir kurbağa vardır. Bir ineğe özenir. Şişer, şişer, şişer ve en nihayetinde eşyanın doğasına mağlup olarak patlar. Ben hep o kurbağaya benzetirim bunları. Ahkâm kesmelerinden bıktım artık. Zaten artık karşılaştığım bu kafadaki insanlara "Tamam, sen aslansın, kaplansın" diyorum ve geçiyorum. Ancak burada konuşacağım. The Two Towers'in fragmanları ile başladı her şey. New Line Cinema tarafından internet ortamında salınan ilk fragman ardından saydırmaya başladı serinin ultra fanatikleri. Kısa bir sabır müddetinden sonra da film geldi sinemalara. Aylardır beklediğim filmden hayranlıkla çıktıktan sonra yorumlara bakmak istedim birilerinin utanmış olduğunu umarak. Yok arkadaş, iflah olmuyordu bu adamlar. Doyumsuzluğun da o kadarıydı yani. Hani bulsam bir odun bellerine bellerine verecektim. Hepsinin tek bir ağızdan konuşarak vardıkları ortak kanı şuydu: "Olmamış arkadaş bu. Kitabın 67'nci sayfasında 27'nci dakikadaki olay yoktu bir kere. Sonra kitabın sonu neden üçüncü filmin başına atılmış. I ıh, tu kaka". "Ulan" derler adama, "sen bu seriyi okuduğuna emin misin be dallama"... Eh, haydi okudun. Bilmez misin ki bir yönetmenin bakış açısı yazarınkinden çok farklıdır. Ne bekliyordun ki sen? Kaldı ki bu arkadaşlara 180 derecelik zıt bir açıyla giderek bu filmin tüm zamanların en iyi uyarlamalarının başında geldiğini iddia edeceğim. Filmin ilk yarısında izlenilenler kitabın neresiyle uyum sağlamıyor? Karakterler deseniz %75'i harikulade bir şekilde aktarılmış. Her okurun kafasında canlanan mekanlar ve karakterler farklıdır elbet tabii. Ancak Peter Jackson öyle bir iş çıkarmış ki hafızalardakine yaklaşmayı başarmış. Bir Gollum, bir Nazgûl, bir Miğfer Dibi, bir Grima Wormtongue daha nasıl yansıtılsın beyaz perdeye? Haradrim'den gelenler de kurt biniciler de Treebeard da ancak bu denli güzel ve gerçekçi yansıtılabilirdi. Dead Marshes ve Black Gate'nin görselliğinden, Lembas'ların da yapraklara sarılması gibi bir ince ayrıntıdan bahsetmiyorum bile. Ha, filmin eksikleri yok mu? Kime göre neye göre? Kitap ile bire bir bakanlar için dolu eksik var. Ben de bulabilirim. Hatta söyleyeyim size birkaç tane. Biiir... Kitapta Haldir ve arkadaşları Miğfer Dibi'ne "hurra" girip Theoden'in karizmasını yok ediyorlar mıydı? Purist arkadaşlarımızın da hemen atlayacağı gibi kitaptaki Boruşehir Savaşı tamamı ile Rohan kralı Theoden'in zaferidir. Elfleri karıştırmayalım lütfen. Sonra... Gimli karakteri kitapta bu kadar espritüel miydi? Filmde resmen maskara edilmiştir size göre, değil mi? Nasıl da bildim bakın. Müneccim de değilim üstelik. Hem neydi o forumlarda üstüne basa basa belirttiğiniz Theoden'in içinden Saruman "şeytanını" çıkartma sahnesi! Ne yapalım biliyor musunuz? Maraton gibi bir program hazırlayalım televizyonda. Siz de Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu misali size göre yanlış olan pozisyonları, pardon sahneleri yorumlayın. İnanıyorum ki o vakit dünya daha bir yaşanabilir olacak. Hem, sizi gidi Cekular bir film böyle mi izlenir? Oradaki duyguya bakacaksınız.
Bitmedi... Her şeyin en iyisini bilen sizler Yüzüklerin Efendisi'nin nereden baksanız 1300 sayfalık bir eser olduğunu da bilirsiniz. Aynı zamanda bu eserin bir çok mekan, ırk ve karakter analizi içerdiğini de unutmamışsınızdır. Eh, Yüzüklerin Efendisi'ni bu kadar bilen sizin gibiler bu efsanenin The Hobbit ve Silmarillion gibi bir öncesi olduğunu da bilir. The Hobbit'i 300, Silmarillion'u da 600 sayfadan hesap edin. Bu kadarını da yapabilirsiniz sanırım. Şimdi... 1300 sayfalık bir eserin sinema uyarlamasından bahsediyoruz. Bu eser 9 saate sığdırılacak. Bütün karakterler, mekanlar, ırklar, olaylar anlatılacak... Yetmeyecek hikâyenin bir bütün olmasını sağlayacak olan Silmarillion ve The Hobbit'e de göndermeler yapılacak. Sonra, siz daha iyisini yapabilecekmişsiniz gibi, durmadan yapım ekibine bel altından vuracaksınız. Yok ya! Hem bakın o eleştirmekten büyük haz duyduğunuz yönetmen Peter Jackson bu konuda ne demiş: "You shouldn't think of these movies as being The Lord of the Rings. The Lord of the Rings is, and always will be, a wonderful book - one of the greatest ever written. Any films will only ever be an interpretation of the book. In this case my interpretation." Anlamadınız mı? Bilmişliklerinize İngilizce'yi de katın öyleyse. Sonra bir de çıkıp "Peter Jackson kendisine Oscar kazandıran Tolkien'e teşekkür dahi etmedi" deyip adamın sinirini bir daha bozun. İşte o zaman bi' defolup gidin ve çay koyun. Siz bu kitapları da bu mantıkla okuduysanız vay Tolkien'in hâline...

25 Mart 2008 Salı

The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring

Allah biliyor ya ne kadar çok heyecanlandığımı hatırlamıyorum haberi ilk kez aldığımda. Lisede olduğumu ve ortaokuldayken o heyecanı çevrilen her sayfada tattığımı hatırlıyorum ama. The Hobbit ile başlamıştı her şey. Çevrilen son sayfa ve arka kapağa atılan uzun ancak bir o kadar hüzünlü bakışın yarattığı etki tarif edilemezdi. İlk defa bir kitaptan böylesine etkilenmiştim. Ancak son kez de olmayacaktı tabii. Liseye yeni mi başlamıştım yoksa ortaokul bitmek üzere miydi bilmiyorum. Ancak bu zaman aralığına tekabül etmişti The Hobbit'in öyküsünün devamı olan Yüzüklerin Efendisi miti ile tanışmam. Ben sıra altında çaktırmadan satırları gözlerimle takip etmeye çalışırken her yeni derste farklı bir öğretmeni yok saymanın hazı bambaşkaydı. Aslında öğretmenleri yoksaymak mı yoksa Frodo Baggins ve yoldaşlarının uzun ve zorlu yolculuğuna tanıklık etmek mi haz vermişti diye sorsam kendime ikinci seçeneği işaretlerim düşünmeden. Biten her kitabın ardından serinin diğer kitabını almak için para biriktirdiğim günler de çok uzak gelmiyor artık. Para denkleştirme işleminin tamamlandığı günler bayramdı adeta. Bir önceki kitapta insanı heyecan çölünün ortasında susuz bırakan macera kaldığı yerden devam edecekti. Üç kitap da tamamlandıktan sonra düşülen boşluk bende dipsiz bir kuyuda yapayalnız kalmış hissi yaratıyordu. Üstelik yardımıma yetişip de ip atacak bir Allah'ın kulu olmuyordu. Olması da mümkün değildi zaten. Yukarıda ışığı görüp de kendini dışarı atamamak zor olsa gerekti. Çareyi kendim üretmeliydim. Ürettim de... Her sene, her ay, her hafta... Canım ne zaman istersen kitapları raftan alıyorum ve bölümleri teker teker gözden geçiriyordum. Her ne kadar bu işlemden sıkılmamış olsam da bana ilk okuduğum zaman hissettiğim duyguyu yeniden yaşatacak bir yol gerekiyordu. Tam da bu noktada Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson yardımıma yetişti. Gerçek olması ve içinde yer alabilmek için sahip olduğum pek çok şeyden vazgeçebileceğim efsane filme çekiliyordu. Yüzüklerin Efendisi'ni beyaz perdede izleme fırsatım olacaktı. Ortaya çıkacak olan yapıtın kendi hayalgücümün değil de yönetmenin hayalgücünün bir ürünü olacak olmasını da pek takmamıştım ayrıca. Artık yapmam gereken sadece beklemekti. Başka çerem de yoktu zaten. Bekleme sürecini Frodo'yu, Gandalf'ı, Aragorn'u ve diğerlerini kimin oynayabileceğini düşünerek geçirdim... Çok da güzel olmuştu.
Serinin ilk kitabı olan Yüzük Kardeşliği'nin filmi Aralık 2001'de ülkemizde vizyona girecekti. Son 1 aya girildiğinde fragmanları kaç defa izlediğimi, odamın duvarlarına kaç tane poster astığımı bilmiyordum. Hazırladığım bir takvime mahkum misali her gün çizikler atıyordum. Filmin vizyona gireceği cuma gününe tam bir hafta önceden biletimi de almıştım. İşin garibi sınıftaki arkadaşlarım da benim heyecanıma ortak olmuştu ki hâlâ hatırladıkça gülerim buna. O beklenen cuma günü geldiğinde okuldaki hiçbir derse kulak veremediğimi bilirim. Belki çok fazla abartıyordum ama buna da engel olamıyordum.
Gece geç saatlerde salondan ayrıldım. Her ne kadar kitaptaki bazı önemli noktalar pas geçilse de böylesine ayrıntılı bir kitabı aktarabileceği en iyi şekilde aktarmıştı Peter Jackson beyaz perdeye. Ancak yine de Yaşlı Orman'ı, hobbitleri Söğütadam'dan kurtaran Tom Bombadil ve eşi Altınyemiş'i, hatta filmde çocuk gibi gösterilen Frodo Baggins'in aslında 50 yaşında olduğunu da filmde görmek isterdim. Evet, çok şey istiyordum. İleri de ben de yeni versiyonunu çekecek olursam her ayrıntıyı koyacağım filmlere, söz!
Salondan çıktıktan sonra bir sene sonrasını beklemenin ne kadar zor olacağını düşünüyordum. En azından elimde Yüzük Kardeşliği'nin bir DVD'si olsaydı sıkıldıkça izleyebilirdim. Fakat o vakitler DVD'ler şimdiki gibi erken çıkmıyordu. Yüzük Kardeşliği'nin DVD'sine sahip olabilmek için ağustos ayına kadar beklemek zorunda kalmıştım. Şimdi kütüphaneme göz attığımda serinin üç kitabını ve tek ciltlik özel versiyonunu kitaplığın en güzel yerine koymuş olduğumu; arşivime baktığımda ise üç filmin de VCD'lerine, DVD'lerine ve hatta yurt dışından getirttiğim her bir filmi 30 dakika daha uzatan genişletilmiş versiyon DVD'lerinin de olduğunu görüyorum. Bu da gereksiz bir ayrıntı oldu işte.
Serinin benim gibi manyakları ve normal hayranları bilirler ama ben yine de adetimi bozmayarak The Fellowship of the Ring'in gidişatı hakkında kısa bir bilgi vereyim. Efsanenin temelini seven ya da sevmeyen herkes bilir. Yüzüklerin Efendisi son 100 yılın en çok okunan kitabı arasında en başta gelir çünkü. Bilmemek ayıptır :) Sadece bir fantezi romanı değil; insanlığın halini, iktidar mücadelesi ve savaş üzerine bir romandır. Aynı zamanda umutsuz bir yolculuğu, en küçük varlığın bile dünyanın kaderine hükmedebileceğini, fedakârlık ve dostluğun nelerin üstesinden gelebileceğini, hırs ve ihanetin nelere mâl olabileceğini anlatan bir efsanedir... Sauron (kim olduğunu anlatabilmem için Silmarillion'un derinlerine inmem gerek, kusura bakmayın) Güç Yüzükleri'nin yaratıcısıdır. Bunlardan üçü olan Nenya, Narya ve Vilya elf ırkının krallarına; yedisi cüce ırkının hükümdarlarına ve dokuz tanesi ise tamahkâr insan ırkına Sauron tarafından armağan olarak verilmiştir. Ancak Sauron habersizce bir yüzük daha yaratmıştır. Bu yüzüğe tüm nefretini ve enerjisini koymuştur. Bu Tek Yüzük ile diğer bütün yüzüklere hükmedebilecek ve bu sayede Orta Dünya'nın tek sahibi olacaktır. İnsanlar, elfler ve cüceler için yapılabilecek tek şey giderek güçlenen Sauron'un Tek Yüzük'ünü yok etmektir. Ancak bu hiç de kolay değildir. Tek Yüzük sadece yapıldığı yer olan Mordor'daki Orodruin'de yok edilebilmektedir. Mordor ise Sauron'un ikamet ettiği diyardır. Bir başka deyişle girişi olan ama çıkışı olmayan bir diyardır... İnsanlar ve elflerden oluşan ittifak güçleri Mordor'un kapısına dayanırlar. Başlangıçta imkânsız olan zafer çok yakındır. Yüzük Sauron'un parmağından kesilip alınır. Ancak yüzüğü ele geçiren Gondorlu İsildur Yüzük'ün cazibesine kapılır ve Tek Yüzük'ü yok etmekten vazgeçer. Tüm Orta Dünya'nın kaderi o anda yazılır. Yüzük'ün kendi iradesi de vardır ve kendisini ele geçiren herkesi yönetebilmektedir. İsildur'un da sonunu hazırladıktan sonra tam 2500 yıl boyunca sırra kadem basar. Bu noktada The Hobbit önplana çıkar. The Hobbit'te Bilbo Baggins isimli bir hobbit Yalnız Dağ'a yaptığı bir yolculuk sırasında Tek Yüzük'ü bulur. Yüzük Kardeşliği'nde ise Bilbo'nun yeğeni Frodo ve arkadaşlarının Tek Yüzük'ü yok etmek amacıyla çıktıkları yolculuğun ilk bölümüne tanıklık ederiz. Savaşlardan ve her türlü sorundan ırak yaşayan hobbitlerin diyarı Shire'da başlayan yolculuk önce elf kralı Elrond'un Ayrıkvadisi'ne, oradan cüce hükümdarların mekanı Moria'ya ve sonrasında da Anduin nehrinin kıyılarına dek uzanır. Burada kardeşlik dağılır ve ikinci film olan The Two Towers beklenir.
Filmlerin yönetmen koltuğunda oturan isim Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson. Peter Jackson yönetmenlik kariyerine 15 yaşında başlayan, yaptığı birçok gerilim filmiyle bir bakıma başarıyı yakalayan ancak hak ettiği şöhreti 2001 yılından itibaren vizyona giren Yüzüklerin Efendisi üçlemesi ile yakalayan bir yönetmen. Kendisi çocukluğunda Yüzüklerin Efendisi için "Şu hikâyeyi biri çekse de izlesem" diye düşünürmüş bu görevin kendisine kısmet olduğunu bilmeyerek. Böylesine ayrıntılı ve yorucu bir işin üstesinden kalkabileceği en iyi şekilde kalkmış, serinin almadık Oscar bırakmayan son filmi The Return of the King ile de en iyi yönetmen Oscar'ını kucaklamıştır.
Jackson için filmleri çekmekten daha zor olanının oyuncu seçimleri olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitaptaki her karakter son derece ayrıntıya sahip karakterlerdi ve seçilecek oyuncuların üzerinde bu karakterlerin tam oturması gerekiyordu. Ben bu anlamda da başarılı buldum Jackson'u. Filmin oyuncu kadrosunda gerçekten kayda değer isimler bulunuyor. Bunların en başında gelen isim Christopher Lee. 86 yaşındaki oyuncu seride Saruman karakterine muhteşem bir şekilde hayat vermişti. Diğer önemli isimlerden Ian Holm Bilbo Baggins'i, Ian McKellen de Gandalf'ı canlandırdı. Filmdeki yıldızlar geçidi bu isimlerle sınırlı kalmadı tabii. Oscar adayı oyuncu Viggo Mortensen hikâyenin ana karakterlerinden Aragorn rolüne bürünürken, Oscarlı oyuncu Cate Blanchett ise elf kraliçesi Galadriel'e hayat verdi. The Matrix serisinin Agent Smith'i Hugo Weaving elf kralı Elrond'u, ünlü oyuncu Sean Bean kardeşliğin üyelerinden Gondorlu Boromir'i, emektar aktör John Rhys-Davies cüce Gimli'yi, Karayip Korsanları'nın Will Turner'ı Orlando Bloom Legolas'ı, fedakâr ve azimli hobbit Samwise Gamgee'yi Sean Astin, yüzük taşıyıcısı Frodo Baggins'i Elijah Wood, elf prensesi Arwen'i Liv Tyler, Meriadoc Brandybuck'u Lost'un Charlie'si Dominic Monaghan, bir diğer kardeşlik üyesi olan Peregrin Took'u da Billy Boyd canlandırdı.
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring hakkında bir şeyler karalamaya çalıştım. Bir film yazısından öte biraz anı da kokmadı değil bu yazı. Gereğinden fazla uzattığımın da farkındayım. Benim yazacaklarım burada son buluyor. Bundan sonra okuyacaklarınız film ile ilgili ilginç ayrıntılardan oluşmakta. Yani alınteri değil kopyala-yapıştır...

  • Aragorn rolü için önce Stuart Townsend seçilmiş fakat 4 günlük çekimden sonra Peter Jackson rol için daha yaşlı bir aktör gerektiğini farkedip Stuart Towsend ile Viggo Mortensen'i değiştirmiş.
  • Elf lordu Elrond'u David Bowie'nin oynayacağı söylense de rolü Hugo Weaving kapmış.
  • Daniel Day-Lewis, Aragorn rolünü oynamayı reddetmiş.
  • Filmin başında Galadriel'in Yüzük'ün hikayesini anlatması sırasında John Howe ve Alan Lee'yi 9 insan kralından ikisini canlandırırken görebilirsiniz.
  • Filmin giriş sahnesinin anlatımı için önce Elijah Wood ve Ian McKellen düşünülmüş ama sonuçta sahne Cate Blanchett'e kalmış.
  • Bilbo Baggins'in doğumgünü pastasında 111 tane mum varmış ve normal olarak polyesterden yapılan pastayı tutuşturuvermiş.
  • The Lord of the Rings serisinin çekimi Yeni Zelanda ekonomisine 200 milyon dolar ek para getirmiş.
  • Filmin Special Edition DVD'sinin jeneriğine isimlerini koydurmak isteyen hayranlar kişi başı 39.95 $ ödemişler.
  • Hobbiton'un yapımına filmin çekimleri başlamadan 1 sene evvel başlanmış. Gerçekten yaşanır ve doğal bir yer olduğunu göstermek için gerçek sebzeler ve çimler ekilmiş. Hatta çimlerin ne kadar uzun olacağına karar vermek için koyunlara yedirmişler önce.
  • Moria madenlerinin kapısı, yol işaretlerinin yapıldığı maddelerden yapılmış.
  • Moria madenlerindeki orkların çığlık sesleri için, possumların kaydedilmiş sesleri kullanılmış.
  • Mağara trolünün sesi için mors, kaplan ve at sesi karışımından oluşan bir ses kullanılmış.
  • Çekimlerinin dışında kalan zamanlarda sörf yapan Viggo Mortensen bir gün yaralanıp yüzünün tek tarafı mosmor olunca, makyajla kapatamamışlar ve Peter Jackson o gün çekilecek sahne için yüzünün tek bir tarafının çekilmesine karar vermiş. Bu sahne de Moria madenlerine girdikleri sahne oluyor.
  • Orlando Bloom aslında Faramir rolü için seçmelere katılmış ama Legolas rolü için geri çağrılmış.
  • Filmin fragmanı internette yayınlandığı ilk 24 saatte 1.6 milyon kere bilgisayarlara indirilmiş.
  • Filmin orjinal uzunluğu 4 buçuk saatmiş.
  • Bir dövüş sahnesinde Viggo Mortensen'in dişi çıkmış ve ögle yemeği arasında gidip tedavi olmuş.
  • Oyuncu ekibi ve film ekibi için her sabah kahvaltıda 1,460 yumurta pişiriliyormuş.
  • Viggo Mortensen bütün sahnelerini dublörsüz çekmiş ve bütün dövüş sahnelerinde gerçek çelik bir kılıç kullanmış.
  • Orlando Bloom da neredeyse hiç dublör kullanmamış ve bir kaburgasını kırmış.
  • Sam'ın Frodo'nun arkasından nehire koştuğu sahnede Sean Astin bir cam parçasına basmış ve ayağında protez hobbit ayağı olmasına rağmen o kadar çok kanamış ki mecburen hastaneye kaldırmışlar.
  • Christopher Lee, The Lord of the Rings serisini senede bir kere okurmuş ve Tolkien ile tanışan tek oyuncuymuş.
  • Film için ilk seçilen oyuncu Tolkien ile tanışmış olmasından ve kitabı birçok kere okumasından dolayı Christopher Lee'ymiş.
  • Gimli'yi canlandıran John Rhys-Davies, filmdeki en uzun boylu oyuncuymuş (Tam 186 cm)
  • Yüzük Kardeşliği'nde bulunan karakterleri canlandıran oyuncular bunun anısına elf dilinde 9 sayısını dövme olarak yaptırmışlar. Peter Jackson da elf dilinde 10 sayısını yaptırmış.
  • Oyuncu ekibi bazı sahne çekim mekanlarına helikopterle götürülüyorlarmış. Sean Bean uçma korkusu yüzünden karlı dağları geçtikleri sahnenin çekimleri için, her gün giyinmiş bir şekilde 2 saatini dağın eteklerinden setin kurulu olduğu tepeye kadar tırmanmakla geçiriyomuş.
  • Viggo Mortensen kendini rolüne öyle kaptırmış ki bir sohbet sırasında Peter Jackson'ın kendisine Aragorn diye hitap ettiğini yarım saat boyunca fark etmemiş.
  • New Line Cinema'dan önce film Miramax'a verilmiş ama Miramax ikişer saat uzunluğunda sadece 2 film yapmayı isteyince film New Line'a verilmiş.
  • Dominic Monaghan ve Jake Gyllenhaal, Frodo Baggins rolü için seçmelere katılmışlar.
  • Peter Jackson, Galadriel olarak Lucy Lawless'ı ve Arwen olarak da Uma Thurman'ı oynatmak istemiş ama o sırada 2 aktrist de hamile olduğundan dolayı roller Cate Blanchett ve Liv Tyler'a gitmiş.
  • Gandalf'ın, Isengard'da mahsur kadığı sırada yardımına gelen güve kelebeği, sahnenin çekildiği gün doğmuş ve sahnenin çekiminden kısa bir süre sonra da ölmüş.
  • Gandalf'ın Balrog'la karşı karşıya kaldığı sahnede aslında Ian McKellen bir pinpon topuna karşı rol yapıyormuş.
  • Peter Jackson, Çıkın Çıkmazı film setini saklıyormuş (The Hobbit için olsa gerek).

1 Eylül 2007 Cumartesi

"The Lovely Bones" Film Oluyor

2002 yılında Amerika'da bir kitap yayınlandı. Bu kitap haftalarca en çok satanlar listelerinin ilk sırasını kimseye kaptırmadı. Durum böyle olunca söz konusu eser dünyanın dört bir yanında birçok dile çevrilerek satışa sunuldu. Avrupa ve Asya'da da durum pek farklı değildi. Kitap hâlâ çok satıyordu. Duygusal insanlarla dolu ülkemde bu kitap Cennetimden Bakarken ismiyle yayınlandı ve güzelim ülkemde de hak ettiği değeri buldu. Evet, Alice Sebold'un The Lovely Bones isimli eserinden bahsediyorum. Bu leziz dramayı beyaz perdeye aktarmak için Hollywood kolları sıvadı ve yönetmen koltuğuna da Peter Jackson'u atadı. Peki neydi bu kitabın konusu? Okumayanlar için fazla aşırıya kaçmadan özetle konuyu yazayım.
The Lovely Bones 14 yaşında sokakta tecavüz edilerek öldürülen Susie Salmon'un hikâyesidir. Aslında hikaye de tam bu noktada başlar. Evet, ölüm bu hikayenin sadece başlangıcıdır. Susie'nin yeni mekânı artık Cennet'tir. Artık anne ve babasını, arkadaşlarını, tüm sevdiklerini oradan takip edebilecektir, hiçbir müdahale olmaksızın. Ne acılar girdabında giderek yok olma noktasına gelen ailesini teselli edebilir, ne de "Bakın, katilim bu" diye seslenebilir. Kısaca budur The Lovely Bones'un özeti.
Filme gelince. Yönetmenin Peter Jackson olduğunu söylemiştim. Filmin oyuncu kadrosuna da çok önemli iki isim atanmış durumda. Bunlardan birincisi The Mummy, The Fountain ve Enemy at the Gates gibi yapımlardan tanıdığımız Rachel Weisz. Weisz filmde Susie'nin annesi Abigail Salmon'u canlandıracakmış. Öte yandan Susie'nin babası Jack Salmon rolünde ise yavaş yavaş ivme kazanan aktör Ryan Gosling'i izleyecekmişiz. Bu trajik hikâyeyi beyaz perdede izlemek, özellikle Peter Jackson'un elinden çıkacak bir proje olarak izlemek çok hoş olacağa benziyor.

Filmin IMDb Linki: The Lovely Bones