31 Mart 2009 Salı

The Frighteners

Bir nesil hayalet hikâyeleri ile, perili köşklerin tüm ihtişamlarıyla ürpertici tepelerde konuşlandığı filmlerle büyüdü. Kendimi gayet rahat bir şekilde bu nesle dahil edebilirim sanıyorum. Ne günlerdi ama... Ghost Busters'in sümük yeşili hayaletleri, ailemizin hayaleti Casper'in birbirinden kötü ama bir o kadar duygusal amcaları, Sleepy Hollow'un kesik başlı süvarisi, "Ölmek için güzel bir gün" ile "Ölmek için kötü bir gün" arasında seyreden Flatliners, adı üç kez yinelenince anında yanınızda biten Beetle Juice... Üstelik her zaman korkmak ve gülmek arasında gidip gelmek yetmedi bize. Ghost'ta "Aşka bak ulan" deyip göz pınarlarını kuruttuk. Hülasa her daim işimize yarayacak bir hayalet öyküsü illâ ki bulduk.
Bu hikâyelerden biri de geride bıraktığımız bunca yılın ardından omuz hizamızdan peşimize baktığımızda satır aralarına sıkışıp kalmış, şimdilerde pek de hatırlanmayan, lakin bir dönem her birimizi yüreğinden yakalamış bir yapım. 1996 yılının bir ürünü olan bu film elbette ki The Frighteners. Kamera arkasında ve önünde birçok yeteneği bir araya getirmiş olan bu yapım dönemin kült komedi-gerilim filmlerinden biriydi. Pek çoklarına "Lan evet ya" dedirtip, üç nokta koyduran bu filmin hikâyesine gelince...
Frank Bannister birkaç yıl evvel geçirdiği bir trafik kazasında eşi Debra'yı kaybetmiştir. Bazı kayıpların bir getirisi olacak ki bu elim olayın ardından Bannister ölüleri görebilme, onlarla iletişim kurabilme yetisi kazanmıştır. Bu gelişmenin ardından mesleği olan mimarlıktan vazgeçmiş, ayarttığı birkaç hayaletin de yardımıyla başka bir işe girişmiştir. O artık bir hayalet avcısıdır. Hayalet arkadaşları insanların evlerinde aniden beliriyor, Bannister'in kartını bırakıyor ve olaya o an dahil olan Bannister da olaya müdahalesini yapıp, paracıkları cebine indiriyor. Olay bu kadar basit aslında. Bu sırada kasabaya dadanan kötü bir hayalet insanların canını almaya başlamıştır. Kısa süre sonra bu hayaletin yaşamı sırasında 13 kişiyi öldürmüş ve idama mahkum olmuş olan Johnny Charles Bartlett olduğu öğrenilir. Öldürme dürtüsünü öteki dünyada da dizginleyememiş olan bu adamı elbette ki durduracak tek kişi vardır.
Türkiye'de bir çeviri faciasına sebep verecek biçimde Sevimli Hayaletler olarak yayınlanmış bu filmin yönetmeni Peter Jackson. En büyük süksesini The Lord of the Rings üçlemesi ile yapan bizim Yeni Zelandalı'nın aslında 2000'lerin başında geleceği noktayı adım adım belli ettiği filmlerden biriydi The Frighteners. Braindead ile sinyali veren, Heavenly Creatures ile bu adamda iş var dedirten, The Frighteners ile kariyerinin olgunluk çağına ulaşan; The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring, The Lord of the Rings: The Two Towers ve The Lord of the Rings: The Return of the King ile bayrağı zirve noktasına yerleştiren bir adam Peter Jackson. Her filminde ufak bir sahnede kendine yer vermeyi de ihmal etmez. İnsanın heyecandan yerinde duramamasına vesile olacak The Lovely Bones, The Hobbit ve The Hobbit 2 de yönetmenin sıradaki filmleri arasında.
Filmin metin yazarları arasında yer alan ve aynı zamanda filmin yapımcılığını da üstlenen ismin de önünde saygıyla eğilmek lazım. Back to the Future efsanesinin yaratıcısı Robert Zemeckis'ten söz ediyorum. Şahsen belirtmem gerekir ki bu adamın imzası bulunan hiçbir yapımda düş kırıklığına uğramadım.
Oyuncular içerisinde göze ilk çarpan isim son derece tanıdık: Michael J. Fox. The Frigtheners aktörün parkinsona yakalanmadan önceki son filmlerinden biri olma özelliği taşıyor. Fox'u filmde hayalet avcısı Frank Bannister rolünde izliyoruz.
Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü'nde Aragorn'un Paths of the Dead'de ölülerle karşılaştığı sahneyi izleyin, sonra bir de The Frighteners'de Peter Jackson'un gözümüze gözümüze soktuğu şeffaf varlıklara bir göz gezdirin. Bizim Yeni Zelandalı'nın geçirdiği evrimi, Yüzüklerin Efendisi'nde ulaştığı noktaya nasıl da tırnakları ile kazıya kazıya geldiğine şahit olun. Sanırım Jackson'un LOTR üçlemesinde maruz kaldığı eleştirilerin ne denli yersiz olduğu bu sayede ortaya çıkacaktır.

Hiç yorum yok: