3 Mart 2009 Salı

The Happening

Her geçen gün Ozon'da zorla açtığımız deliğin büyümesi için elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. Ormanları yakıyoruz... Baltaları elimize, uzun ipi belimize alıp ağaçları köklüyoruz. Hayvanları öldürüyoruz. Zaten yaşanmaz hale getirmeyi ısrarla başardığımız mavi gezegenimizi yok etmek için yapılabilecek ne varsa yapıyoruz yani? Peki bunun karşısında doğa ne yapıyor? Kesinlikle sessiz kalmıyor. Yıllar yılı bekledi tabiat ana... İnsanlıktan, insanoğlundan umudunu kesmedi. Fakat ihtiraslarının kurbanı olan bizler kesinlikle yanı başımızda bizimle birlikte nefes almaya çalışan doğanın sesine kulak kabartmadık. Hep kaçtık... En sonunda tabiat insanoğlundan intikamını almaya başladı. Çığlar gönderdi üzerlerine, sel felaketlerinin altında binlercesi boğuldu. Yanan ormanlar birer çıkmaz sokak oldu birçoklarına. Yeryüzü tek bir damla için başını göğe kaldırır oldu. Yağmadı, yağmaz da... Tabiat ve en akıllı varlık arasındaki savaş günden güne büyüdü. Kimin galip geleceğini tahmin etmek kimse için mümkün görülmüyor.
M. Night Shyamalan ile tanışlıklığım elbette ki ortaokul yıllarıma dayanır. Pek çokları gibi ben de kendisini The Sixth Sense efsanesi ile tanıdım. Rutin ilerleyen klişe bir gerilim filminden son birkaç dakikasında yaşattığı sürprizlerle bir kült yaratmayı başarmıştı Shyamalan. O günlerde dillere pelesenk olmuştu Altıncı His'in meşhur finali. Sadece buna dayanarak aslında ne denli sıradışı bir işin altına imza attığını anlamak mümkün yönetmenin. Ben ise kendimi şanssız görüyordum. Çünkü, filmi izleyenler bilir, böyle bir filmi izlemeye başlarken kesinlikle sonunu duymamış olmayı tercih ederdim. O günden sonra bu Hint yönetmenin filmlerine eğilmem gerektiğini hissettim. Klasik korku ve gerilim filmlerinin çok ötesinde tutuyordu yapımlarını ve bu tam da benim aradığım şeydi. Her ne kadar çok fazla eleştiri almış olsalar da Signs ve The Village bende tam anlamıyla hayal kırıklığı yaratmamış filmlerdi. Evet, kendisini popüler yapan ilk filmiyle belki de çıtayı en tepeye koymuştu ve artık o noktaya yeninden erişmesi zor görünüyordu. Başka bir deyişle beklentiler çok yükselmişti ki evet, ah şu beklentiler. Bence Hint yönetmen kendine has bir gerilim yöntemine sahip. Budur zaten Hollywood gibi bir kurtlar sofrasında şarktan çıkıp gelmiş bir yönetmenin bu denli sağlam bir yere sahip olmasının sebebi. Baştan sona merak uyandırmak, sonu daha önceden belli olmayan sahneler ve her daim ters köşeye yatıran film sonları. Bu film sonlarıdır aslında yönetmenin en çok eleştirilen yönü. İzleyen çoğu zaman beklediği gizemi bulamıyor finalde. Evet, şaşırıp kalıyor ama bir gizem olmadığında, sonuç belli bir mantık çerçevesinde yansıtıldığında seyirci tatmin olmuyor ki bunu da anlarım, son derece doğal bir şey.
The Happening ülkemizde Mistik Olay adıyla vizyona girdi ve yönetmenin halihazırdaki son çalışması olma özelliğini taşıyor. Geçtiğimiz yaz izleyiciyle buluşan filmde anakarakter Elliot Moore'nin gözlerinden bir anda patlak veren doğaüstü olayların etkilerini izleriz. Sıradan bir gün insanların nedensizce kendilerini öldürmeleri ile yerini bir kaosa bırakır. Rüzgârın yönü kimin yaşayıp kimin öleceğine karar vermektedir. Bilimadamları yaşananlara herhangi bir açıklama getiremezler. Yaşananlara dair birçok kuram atılır fakat bu kuramların hiçbiri hayatlarını garanti altına almalarına yetmez. Kalanlar eksilenlerin yaptıklarının üzerine kocaman bir çizgi çekip hayatta kalmanın yolunu bulmak zorundadırlar, tabii ki tabiat ana onları bulmadan önce...
Shyamalan'ın bu filmde tercih ettiği oyunculara baktığımızda başkarakter Elliot Moore rolünü Mark Wahlberg'in kaptığını görüyoruz. Elliot'un eşi Alma Moore rolünde ise son dönemde yıldızı bir hayli yükselen ve birkaç sene içinde adından daha fazla söz ettireceğine inandığım güzel oyuncu Zooey Deschanel'i görüyoruz. Kendisi en son Yes Man'de gözlerimizin pasını almıştı.
The Happening baştan sona izleyicinin ilgisini çekmeyi başaran klasik bir Shyamalan filmi. Filmi beğenmeyen çok, evet, ve bunun nedeni izleyenlerin büyük bir bölümünün filmin finalini yetersiz bulması. Burada olanları anlatıp izlemeyenlerin tadını kaçırmak istemiyorum elbette ki. Sadece şunu söyleyebilirim; ben tatmin oldum. Mistik Olay bir başyapıt değil, hatta kalburüstü bir film ama bu denli yerden yere vurulmayı da hak etmediği kanısındayım. Bir de unutmadan... Shyamalan şu an varını yoğunu Avatar: The Last Airbender projesi için harcıyor. Avatar benim de büyük bir hayranlıkla takip ettiğim ve geçtiğimiz yaz tadında bırakılan muhteşem bir çizgi diziydi. CNBC-E ve Nickelodeon'da hâlâ bölümlerine rastlamak mümkün. Bu çizgi dizinin sinemaya uyarlanacak olduğunu ve hamurunu da Shyamalan'ın yoğuracağını bilmek insanı mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor tabii ki. Umarım yönetmen bu çetin projenin altından ustalıkla kalkmayı başarır. Aksi takdirde Avatar hayranları tarafından boynuna ilmik geçirilir ve zaten birçokları için sallanmakta olan tahtının kalan üç ayağından biri daha kırılır.

Hiç yorum yok: