Avustralya kıtasında kıtayı baştan sona saran çitler vardır. Bu çitlerin amacı tamamen çiftçilerin ekinlerini korumaktır. Çünkü bölgedeki tavşanlar kalabalık şekilde çiftçilerin mahsullerine saldırarak harap etmektedirler. Bu nedenle hükümet tarafından tavşan geçirmez çitler olarak bilinen bu çitler çekilir. Bu çitler bir bakıma çiftçiler ile tavşanlar arasında geçilmesi yasak bir sınır görevi görür.
Kıtada hükümetin yaptığı tek iş bu değildir. 1900'lü yılların başından 80'li yıllara dek süren bir hükümet politikası vardı. Buna göre ülke genelindeki tüm melez çocuklar (Aborijin'lerden biri ile beyaz ırktan birinin evlenmesi sonucu dünyaya gelen çocuklar) devlet tarafından çok küçük yaşta ailelerinden zorla kopartılıyorlardı. Bu ırkçı politikanın tek bir amacı vardı; vasıfsız insanlar olarak gördükleri bu melez çocukları özel kamplarda eğitmek ve ileride beyazlara hizmet etmeleri için yetiştirmek. Onlar için çocukların ailevi duygularının pek bir önemi yoktu.
Yukarıda anlattığım iki olay da gerçek. 2002 yılı Avustralya yapımı olan Rabbit-Proof Fence'de bu iki olay çok güzel bir şekilde birbirine bağlanmış. Doris Pilkington Garimara'nın Follow The Rabbit-Proof Fence isimli kitabından uyarlanan filmde 14 yaşındaki Molly ile 8 yaşındaki kardeşi Daisy ve 10 yaşındaki kuzeni Gracie'nin hikâyesine odaklanıyoruz. Öncelikle filmin ikinci olayla ilişkisinden başlayalım. Tahmin edebileceğiniz üzere bu üç küçük kız melezdir ve diğer melez çocukların başına gelen felaket onların üzerine doğru hızla yol almaktadır. Molly, Daisy ve Gracie annelerinden yürek burkacak bir şekilde koparılırlar. Götürüldükleri yetiştirme kampına alışamamışlardır. Küçük kardeşi Daisy ve kuzeni Gracie'nin haline üzülen Molly'nin önünde tek seçenek vardır; şimdiye kadar kimsenin kaçmayı başaramadığı bu kamptan onları kaçırmak. İlk aşama tamamlanmıştır ancak ufacık ayakların işi artık çok daha zordur. Çünkü aşmaları gereken 2000 kilometrelik bir mesafe vardır. Yani bu nereden baksanız Türkiye'nin batı ucundan doğu ucuna uzanan mesafe demektir. Üstelik arkalarında iz sürme konusunda çok başarılı bir yerli ile tüm kuvvetlerini seferber etmiş bir hükümet varken bu kaçışı yapmak zorundadırlar. İşte bu noktada yukarıda sözünü ettiğim ilk olaya konuyu bağlama vakti. Herkesin zekasından şüphe ettiği Molly'nin bu zorlu yolda aklından geçen plân çok farklıdır. Molly, kaçış yolunda köylerinden geçmekte olan tavşan geçirmez çitleri hatırlar. Ona göre çite ulaşabilmek işleri kolaylaştırmakla aynı anlamdadır.
Yönetmenlik koltuğunda Aziz ve Kemik Koleksiyoncu gibi filmlerden tanıdığımız Phillip Noyce'un olduğu filmin görüntü yönetmeni olan Christopher Doyle'u da ayrıca tebrik etmek gerek. Şöyle söylemeliyim ki uzun zamandır izlediğim yapımlar içinde kameranın böylesine ustalıkla kullanıldığı hatırlamıyorum. Zaten böyle bir filmde bu ustalık sağlanamasa yapım böylesine çarpıcı olamazdı. Oyuncular hakkında da bir şeyler karalamak lâzım. Özellikle başroldeki çocuk oyuncular ayrı bir parantezi hak ediyor. Kendilerinin ilk kamera önü deneyimi olmasına rağmen pek çok oyuncuya taş çıkarttıklarını söylemek kesinlikle yanlış olmaz. Oyuncular demişken... Az önce de sözünü ettim birçoğunun ilk oyunculuk deneyimi olduğundan. Filmin DVD'sinde çekimler ile ilgili ayrı bir bölüm var. Özellikle o yılları yaşamış, gerçekten de o kamplara götürülmüş insanların çekimler sırasında hüngür hüngür ağlamalarına tanıklık etmek ve yönetmenin bu yüzden yaptığı "stop"ları görmek insanı ayrı bir hüzne boğuyor.
Son olarak bir şeyler söylemek gerekirse adeta bir sistem eleştirisi olan bu filmi kaçırmayın derim. Kaçırmayın!
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
7 saat önce
2 yorum:
Yaşasın,izledim izledim ben bu filmi!Kendimden şüphe etmeye başlamıştım,ben hiç birşey izlemedim mi bugüne kadar diye:)
Gerçekten çok güzel bir film. Aborjinler hakkında deli gibi araştırma yapmıştım izledikten sonra.Yaşayış şekillerine,düşüncelerine,inanışlarına çok derin saygı duymama neden olmuştu.
Bu film ve Hotel Rwanda'nın yeri bende apayrıdır,her izleyişimde "beyaz adama" sayar sövdürürüm:)
Mutlu ettiğime sevindim öyleyse :)
Yorum Gönder