İnsanoğlunun doğup, büyümesi, ölümü ve dolayısıyla varoluşu ne kadar doğal ise yine aynı insanoğlunun bu aşamalardan nasıl geçtiği de son derece mühimdir. Demek istediğim; her insan ya da herhangi bir canlı dünyaya eşit şartlarda gelemeyebilir. Hayatını istediği gibi, diğerleri ile muadil koşullarda devam ettiremeyebilir de. Biraz daha açık olmak gerekirse her bireyin dünyaya gerek fiziki gerekse ruhsal bakımdan sağlam olarak gelebileceğinin bir garantisi olduğunu kim iddia edebilir. Her gün, her saniye yeryüzüne kaç yeni hayat "Merhaba" diyor? Bunların kaçının sağlam kaçının ise engelli olarak dünyaya geleceğini bilmesek de her iki kümeyi de dolduracak kadar olduklarını tahmin etmek pek güç değil. Peki bu iki kümeden bir birleşim kümesi çıkarabiliyor muyuz? Yoksa tamı tamına zıt kutuplara mı yönlendiriyoruz? Yüreğimiz ilkini seçmek iter elbette, ancak aklımız kesinlikle ikincisi olduğunu söylüyor bize. Peki bunun sebebi nedir? İnsanların bedensel ya da ruhsal deformasyona uğramış olmaları onları görmezden gelmemiz, toplumdan dışlamamız ve hatta bulundukları durumu alay konusu etmemiz için yeterli bir sebep midir? Kendi tercihleri olmamasına karşın bulundukları hâli kabullenmiş insanlarla bizim alıp veremediğimiz nedir? Sorular sorular sorular... Cevapları olmayan, olsa da dile getirmek için iki dudağımızı kıpırdatmadığımız sorular... Aslında cevapları dışarıya değil kendimize vermemiz gereken sorular... Siz kendi cevabınızı arayadurun aslında kendi iç hesaplaşmanızı yapmanıza yardımcı olabilecek cevap niteliğindeki bir adamın hikâyesini, aslında hepimizin hikâyesini aktarmaya çalışayım size.
John Merrick, Victoria döneminde İngiltere'de yaşamış genç bir adamdır. Annesi kendisine 4,5 aylık hamile iken bir filin saldırısı sonucu hayatını kaybetmiştir. Merrick mucizevi bir şekilde çok ender rastlanan bir hastalığın da kurbanı olarak dünyaya gelmiştir. Hastalığının ise eşi benzeri yoktur. Sahip olduğu illet yüzünden son derece deforme olmuş bir bedene ve yüze sahiptir. Yıllar hızla geride bırakılır. Doktor Frederick Treves şehre gelen gezici bir panayırda sergilenmekte ve adeta bir kafes hayvanı muamelesi görmekte olan "Fil Adam" hakkında bilgi sahibi olmak ister. Fil Adam'ın sahibi Bytes'a para vererek onun hazinesini görme fırsatı yakaladığı an aslında hayatındaki pek çok şeyin artık eskisi gibi olmayacağının da farkına varır. Doktor Treves onu hapsolduğu korkunç hayattan kurtarır ve o zamana kadar hiç de aşina olmadığı bir dünya ile tanıştırır. Her başlangıçın zorluğu gibi Treves'in Merrick'i topluma kabul ettirmesi kolay olmaz. Treves onu çalıştığı hastaneye getirir. Ancak doktor heyeti umutsuz vaka olarak gördükleri Merrick'in akıl sağlığının bile yerinde olmadığı iddiası ile hastaneden uzaklaştırılmasını talep ederler. Her şeyin ilacı olan zaman Merrick'in yaralarına da merhem olur. Bir süre sonra anlarlar ki Merrick'in akıl sağlığında herhangi bir sorun olmadığı gibi kendisi son derece zeki bir insandır. Merrick bir süredir bulunduğu yeni çevreye, başlangıçta kendisinden ürken ve ona karşı olanlar da Merrick'e alışmaya başlar. Ancak kimsenin birbirine benzemediği dünyada yine de Merrick'i toplumdan dışlayacak, onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanacak insanlar da birden bire boy göstereceklerdir.
Fil Adam olarak anılan John Merrick'in gerçek yaşam öyküsüne bire bir dayanan ve insanoğlunun kendisi gibi olmayana, yani ötekine, karşı takındığı acımasız tutumu, kendisinden farklı olanı kabullenmekteki zorlanışı anlatan 1980 yapımı bu muhteşem filmin yönetmenlik koltuğunda Kayıp Otoban ve Mulholland Drive gibi filmlerden tanıdığımız usta isim David Lynch'i görüyoruz. Kendisi bu filmde en iyi performanslarından birine imza atmış ve kamera arkasında ve önünde ne varsa hepsini kusursuz bir şekilde yönermiş. Özellikle filmi 1980 yapımı olmasına rağmen siyah beyaz çekmeyi düşünmesi o dönemi çok iyi yansıtmasına olanak tanımış. Müzikler bile öylesine kullanılmış ki zaten insanın yüreğiyle oynayan bu filmi daha da dokundurucu kılınmış.
The Elephant Man'in oyuncu kadrosu da harikulade. Özellikle başrolde gördüğümüz ve Doktor Frederick Treves'i canlandıran Anthony Hopkins film boyunca oyunculuk dağında nasıl zirve yapılırın dersini vermiştir. Hele filmin başında Merrick'i ilk gördüğü sahne vardır ki "Tamam, budur" dersiniz. Hopkins dışında Fil Adam John Merrick'i Nineteen Eighty-Four, Alien, Harry Potter and the Sorcerer's Stone, Captain Corelli's Mandolin, Dogville ve V for Vendetta gibi yapımlardan tanıdığımız aşmış aktör John Hurt canlandırıyor. Kendisi her ne kadar bu filmde John Merrick'in bedensel deformasyonu yüzünden oyunculuğuna bedenini katamasa da sadece gözleriyle bile nasıl bir oyuncu olduğunu göstermiş. Özellikle Doktor Treves'e öyle bir "Beni iyileştirebilir misiniz?" deyişi vardır ki gözlerinize söz dinletemezsiniz o an.
The Elephant Man her bünyenin kolay kolay kaldırabileceği bir film değil. Öncelikle bunu belirtmek gerek. Çünkü gerçekten filmi izlerken bir sinema şölenine tanıklık ettiğinize mi yoksa kendi kendinize ıstırap çektirdiğinize mi karar veremiyorsunuz. Ancak kesin olan bir şey varsa o da abartısız 124 dakika boyunca boğazınıza birer birer gemici düğümlerini atıyor bu film, gerçek anlamda nefesinizi kesiyor. Nefesi kesilmek... Mecaz değil, gerçek. Filmin sonlarına doğru sahiden nefes alamadığımı hatırlıyorum. David Lynch öyle bir Fil Adam aktarmış ki beyaz perdeye bu Fil Adam'a tanıklık eden insan aslında çirkine ve çirkinliğe bakarken kendi içindeki çirkini ve çirkinliği keşfedip keşfedemediğini sorguluyor. Öyle bir düşünce alıyor ki sizi gerçek Fil Adam'ın John Merrick mi yoksa kendimiz mi olduğunun muhasebesini yaparken buluyoruz kendimizi. Her gün akşam haberlerini izlemek için açtığımızda birçok Fil Adam'a rastlamıyor muyuz? Onları sırf para kaygısı yüzünden ekranlarda pazarlayanlar kimler oluyor peki? Kararı siz, biz vereceğiz! Böyle bir film The Elephant Man, izlenmesi gereken izlendikten sonra bir daha izlemeye korkulan... İnsanın sıdkını sıyıran, gözlerden akan iki damla yaşı yanaktan süzülerek yere konduran...
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder