3 Mayıs 2008 Cumartesi

Yumurta

Türk filmlerini yorumlamak zordur. Çünkü kalıplaşmış sinema çizgisi ile yollarını ilk keskin virajda ayırmıştır. Farklı bir boyutta, farklı bir sinema kültürü içinde hareket eder. Fayda kaygısı gütmekten çok izleyici çekme amaçlı olması yüzünden kaynaklanabilir bu durum. Lâkin sanatsal bazda çekilen Türk yapımlarının geldiği nokta ortada. Talep azdır. Arza uzanan eller çoğu zaman istediğini bulamaz. Bu yüzden fayda amacı gütmeyen Türk sinemasının karşısında sırtını dönmüş bir seyirci kitlesi vardır. Yönetmenlere ve ekibe düşense bu küskün insanları üst üste geçmiş işaret parmağı ve orta parmağı uzatıp "boz" yaptırmaktır. Akabinde bu barışa iki taraf da sadık kalmalı, yapımcılar yapıtlarını sevdirmeli ve Türk sinema izleyicisinin sinema anlayışının değişmesine yardımcı olmalıdır. Tabii bunu yaparken de sanatsal sinema adı altındaki rezil rüsva eserleri geçmişte bırakmalıdır.
Yönetmen Semih Kaplanoğlu'da bu rayından çıkan treni aynı çizgi üzerine taşımak üzere yola çıkmış. Bal, Süt ve Yumurta olmak üzere birbirini tamamlayacak üç film projesi ile yola çıkmış. Üçlemenin ilk filmi olan Yumurta geçtiğimiz sene vizyona girdi. Başta Altın Portakal olmak üzere pek çok yurtiçi ve yurtdışı festivalde yarıştı. Sinema eleştirmenlerini "beğenenler" ve "beğenmeyenler" olmak üzere ikiye böldü. Yine de sıradışı olmasının getirdiği albeni ile Altın Portakal'da en iyi film de dahil olmak üzere ödüle boğuldu.
Peki neydi filmin konusu? Elbette bir tavuğun yumurtlama sürecini gösteren bir belgesel film değildi. Ama keşke öyle olsaydı. Çünkü inanıyorum ki böyle bir durumda daha çok zevk alırdık izlerken. Neyse, uzatmayalım... Yusuf karakteri köyünden yıllar önce ayrılarak İstanbul'a yerleşmiştir. Burada sahaflık yapmakta olan Yusuf aynı zaman bir şairdir. Yıllar önce köyündeyken yazdığı şiirler pek çok gazete ve dergide yayınlanmış, ödüllendirilmiştir. Zaten Yusuf'un İstanbul'a uzanan öyküsünün nedeni de şiirin peşini bırakmamasıdır. Fakat aradan çok zaman geçmiştir. Köyünden ayrıldığı günden beri geriye dönüş olmamıştır onun için. Kendisini oraya bağlayan bir şeyler bulamamaktadır. Geçmişine dair pek çok şey hafıza defterinden silinmeye yüz tutmuşken bir gece telefonu çalar. Annesi ölmüştür. Annesinin ölümü köyüne zoraki bir yolculuk gerçekleştirmesine neden olur. Tanıdığı herkes kendisine yabancı görünmektedir. Eski evinde karşılaştığı ve yıllardır annesi ile birlikte yaşayan Ayla'dan başka diyalog kuracağı kimse yoktur. Bir an önce annesini defnedip İstanbul'a dönmek isteyen Yusuf'un geri dönüşünü olanaksız kılacak bir şeyler olmaya başlar her geçen gün. En nihayetinde ayrılmak için gün saydığı köyüne kendisini bağlayacak bir şeyler bulur.
Filmin yönetmeni adını bu filmle duyurmaya başlayan Semih Kaplanoğlu. Oyuncular arasında filmi izlenebilir kılan isimler var. Yusuf karakterini her daim başarılı bulduğum aktör Nejat İşler canlandırmış. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ındaki Bay C görünümündeki bu karakteri hakkıyla oynayacak başka bir adam bulmak zor olsa gerek. Zaten Nejat İşler'in özel hayatındaki duruşuna da birebir uymakta. Bunun dışında bir de Ayla karakteri var. Üniversiteye hazırlanan bir genç kız olan Ayla karakterini Saadet Işıl Aksoy canlandırmış. Aksoy bu filmdeki rolü ile Saray Bosna Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü.
Senaryoyu bir kenara bırakırsak film Türk sineması açısından bir fark yaratıyor mu? Bence hayır. Hani "Yapılmışı var" derler ya aynen öyle. Semih Kaplanoğlu'nun bu film dışında başka bir filmini izlemedim. O yüzden temkinli olmamda fayda var. Yine de sinemaya yeni boyut kazandırabildiğini ya da en azından yakalamayı amaçladığı Avrupa sinemasını ucundan bile yakalayamadığını düşünüyorum. Semih Kaplanoğlu "Avrupa sineması" yaptığını iddia eden bir filmdir. Yani genelde sabit kameranın olduğu durgun ve sıkı düşünmeye iten filmlerdir bunlar. Ancak bu iş tabii ki kamera sabitlemekle olmuyor. Bu tip filmlerde kamera sabit kaldığı müddetçe yansıtılan kare içindeki tüm ayrıntılara dikkat verilmesi gerekmektedir. Ancak son derece ayrıntılı bir senaryoya sahip olan Yumurta'da gerekli dikkatin verilmesine olanak tanınmamış. Mesela sırf akılda soru işareti bırakmak için konmuş bir giriş sahnesi var ki filmin sonuna dek hiçbir bağ kurulamamasının nedeninin bu olduğunu düşünüyorum (Kuran varsa bana da söylesin). "Yapılmışı var" dedim ya, oraya geleyim. Bu ülkede bir Nuri Bilge Ceylan gerçeği var. Kendisinin çektiği filmlerden biridir Kasaba. Yumurta'dan tam 10 sene evvel çekilen bu film içinde bulunduğumuz zamanın bile ötesindedir. Kaplanoğlu anlatmak istedikleri ve çekim tekniği ile Yumurta'ya benzeyen Kasaba'yı izledi mi izlemedi mi bilemiyorum ama kendisinin yapmak istediği zaten yapılmış durumda. Dolayısıyla benim nazarımda olmamış. Yine de Yumurta "Yusuf Üçlemesi"nin bir parçası olduğu için diğer iki film olan Bal ve Süt'ü beklemekte fayda var. Ancak sanatsal bir film çekiyorsanız ve bunun Avrupa sineması olduğunu iddia ediyorsanız üçleme çekmeden önce bir "destur" çekmenizde fayda var.

Hiç yorum yok: