17 Mayıs 2008 Cumartesi

Garden State

Çok uzun zaman geçmişti Garden State'yi izleyişimin üzerinden. İzlediğim o kadar çok filmin arasında unutup gitmiştim nasıl gelişip nasıl son bulduğunu. Ancak çok hoş bir film olduğunu unutmamıştım. Yine de hafızamı tazelemek fena olmazdı. İzlenilen filmi tekrar izlemek yerine izlenmemiş bir filmi izleme taraftarı olan ben bu kuralı bir kereliğine bozdum. Yaklaşık 4 saat önce ayaklarımı DVD arşivime doğru yönelttim ve Garden State'yi aramaya başladım. Arşivde olup olmadığını hatırlamıyordum ki bir anda gözüme çarptı film. Çok fazla aramam gerekmedi anlayacağınız. Sanki kendini izletmek istiyormuş gibi rafın en önlerinde bir yerde duruyordu. Çektim aldım filmi ve yeniden izledim. Sıcağı sıcağına da bloga aktarmam gerektiğini düşündüm. Şimdiye dek blogda hakkında en ufak bir söz söylememiş olduğuma üzüldüm. Aslında "Büyük Filmlerden Büyük Replikler"de bir kez değinmiştim, evet.
Garden State çoğunluğun Scrubs adlı televizyon dizisinden aşina olduğu Zach Braff ilk senaristlik ve yönetmenlik denemesi olma özelliğini taşıyor. Sinema sanatında ilkler her zaman zor olsa da Zach Braff'in çıkardığı iş son derece takdire şayan. Üstelik bu filmde başrolü de kendisinin oynadığını eklemek gerek. Herhangi bir insanın yaşayabileceği bir hayatı bir karakterin üzerine muhteşem oturtmuş ve ortaya Garden State çıkmış.
Andrew Largeman 9 yaşındayken kazayla da olsa annesinin felç geçirmesine neden olmuştur. Babasının da bu olay yüzünden kendisini suçlaması üzerine tamamen içine kapanık ve haplara bağımlı bir çocuk olmuştur. Okulu bitirince de kasabasından uzaklara, Los Angeles'e kaçmıştır. Yeni şehrinde hayatını az da olsa bir düzene sokmayı başarmış ve bir film yıldızı olmuştur. Aradan geçen 9 sene içerisinde kasabasına bir kere bile dönmemiş, babasıyla ya da herhangi bir arkadaşıyla dahi iletişim görmemiştir. Bir sabah uyandığında babasının telesekretere bıraktığı mesaj sonucu kasabaya geri dönme vaktinin geldiğini anlar ve yola koyulur. Annesini kaybetmiştir. Garden State'ye annesine karşı son görevini yerine getirmek için dönen Andrew burada babasıyla ve kendisiyle hesaplaşacaktır. Los Angeles'e dönmeye hazırlandığı günlerde tanışacağı biri ise Andrew'in içindeki derin boşluğun yavaş yavaş dolmasını sağlayacaktır.
Zach Braff yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği bu filmin aynı zamanda başrol oyuncusu ve filmde Andrew Largeman karakterini canlandırıyor. Hayatı boyunca hep suçlu gibi hisseden, iki kelimeyi biraraya getiremeyen ve içinde derin bir boşluk bulunan bir karakteri layıkıyla oynamış kendisi. Braff dışında diğer başrolde öyle bir isim var ki izlemeye doyamıyor insan; Natalie Portman. Portman bu filmde öyle saf ve bir o kadar da sevimli görünüyor ki filmin hiç bitmemesini istemenizin sebeplerinden birini oluşturuyor bu.
Filmin senaryosu, bağımsızlığı bir kenara film ile bütünleşen, hatta başlı başına ayrı bir film olan muhteşem müziklerinden bahsetmeden olmaz. Filmin açılış sahnesinde çalan Coldplay imzalı Don't Panic, Remy Zero imzalı Fair, Zero 7'ın seslendirdiği In The Waiting Line ve filmin final sahnesini süsleyen Travis'in Love Will Come Through'su Garden State'yi kaçırmamak için sahip olmanız gereken nedenlerden sadece birkaçı.
Garden State aynı zamanda çok ince detaylara ve hayran olunası sahnelere sahip olan bir film. Filmin son 20 dakikasına girilirken Andrew'in en yakın arkadaşlarından biri onun içindeki boşluğu ona anlatabilmek için Andrew'i kaptığı gibi insanda terk edilmiş hissi yaratan bir yere götürür. İzleyenler bilir gittikleri yer son derece ironi kokan bir yerdir. Filmi inceden takip edemeyenler bu sahneyi gereksiz bulabilir ancak kesinlikle öyle değildir tabii. Sahne hakkında küçük de bir ipucu... Andrew, Mark ve Sam sağanak halinde yağan yamurun altında barakaların üzerine çıkarlar ve... Herneyse! O değil de uzun zamandır bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında yüzümü göğe kaldırıp, kollarımı da yana açarak duramıyorum ya bu beni çok hüzünlendiriyor. Lan yağmur gibisi var mı şu dünyada?

Hiç yorum yok: