7 Mayıs 2008 Çarşamba

Auf Der Anderen Seite

Her yönetmenin kendine özgü bir tekniği vardır. Farklı bir sinema tarzı yansıtırlar beyaz perdede. Zaten bu sayede birçok yönetmenin arasından sıyrılırlar. Fatih Akın da bu isimlerden sadece biri. Üstelik, her ne kadar filmleri Alman filmi olarak sayılsa da, kendisi bir Türk. Kıvanç duymamız için yeterli bir sebep. Ancak her fırsatta gün yüzüne çıkarmaktan büyük haz aldığımız milliyetçilik duygumuzu önplanda tutmayacağım. Çünkü Fatih Akın gibi bir yönetmenin yeryüzünde olması Türkiye'den öte dünya sinaması için büyük şans. Bugüne kadar hayata geçirmek istediği tüm hayallerini kamera yardımıyla gerçekleştirmeyi başardı. Sensin ile bu sektöre giriş yaptığında henüz kimsenin dikkatini çekmemişti. 2000 yılında çektiği Im Juli ile tanıdık birçoklarımız onu. Tanımasak ayıp olurdu zaten öylesine güzel bir filmin üstüne. Akabinde Solino ve tüm sıradışılığı ile Duvara Karşı geldi. Fatih Akın gerçekten de her yeni eseri daha önce yaptıklarının üzerine koymayı başarıyordu. Crossing the Bridge ile sinema filmi tadında bir belgeselin nasıl yapılacağını gösterdi tüm dünyaya. Anlatmak istedikleri de önemliydi bu noktada. Ve en nihayetinde son eseri olan Yaşamın Kıyısında için kamera karşısına geçti. Yarısı Türkiye'de geçen bu film Almanya'nın Oscar adayı da seçildi. Oscarsallığı tartışılır bu yapım aslında tam bir festival filmiydi ki zaten Altın Portakal ve Cannes'deki başarılarıyla bunu kanıtlıyordu. Hepsinde önemli olan ise Fatih Akın'ın bu kez çok farklı bir yönteme başvurmasıydı. Daha önce Amores Perros ve Before the Rain gibi yapımların türünün en iyi örneklerini verdiği bu yöntem öyle her yönetmenin kolay kolay altından kalkabileceği gibi değildi. Çünkü tek bir film içinde, seçeceğiniz birden fazla birbirinden alakasız ana karaktere ayrı birer hikaye çizmeli ve filmi karakterlerin sayısı kadar parçaya bölerek herbir karakterin hikayesini paralel olarak birbirinin içinden geçirmelisiniz. Anlatması bile bu kadar zor işte. Ancak Yaşamın Kıyısında'yı izledikten sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki Fatih Akın tüm zorlukların altından ustalıkla kalkmayı başarmış. Belirlediği üç farklı karakterin hikayesini bölümler halinde aktarırken bir zaman sonra hepsini aynı öyküye dahil edebilmiş. Almanya'da ikamet eden Karadenizli bir gurbetçi, annesini Almanya'da bir ayakkabıcının yanında çalışıyor olarak bilen genç bir anarşist Türk kızı ve yaptıklarını onaylamadığı evladının peşinden yolu Türkiye'ye dek uzanan bir Alman annenin farklı yollarda başladıkları öykü filmin kavşak noktasında birbirine bağlanıyor.
Fatih Akın'a Altın Portakal'da en iyi yönetmen ve Cannes'de en iyi senaryo ödülünü kazandıran bu filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda ise birbirinden usta isimlere rastlıyoruz. Bir kere filmdeki ilk öyküye oyunculukları ile damga vuran iki isim var. Bunlardan biri usta aktör Tuncel Kurtiz. Gurbette yaşayan bir Karadenizli'nin asiliğini bu kadar içten oynayabilirdi bir insan. Tuncel Kurtiz bu filmdeki rolü ile Altın Portakal'da en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Aynı öyküde rol alan bir diğer önemli isim ise Nursel Köse. Son derece cüretkâr bir rolde karşımıza çıkan Köse de Tuncel Kurtiz'e layık görülen ödülün aktristlere verilen versiyonuna sahip oldu aynı festivalde. Bu isimlerin dışında ilk defa izleme fırsatı bulduğum oyuncu Baki Davrak beni şaşırtmayı başardı. Son derece duru ve manzara fotoğrafını aratmayacak bir yüze sahip olan Davrak filme son derece yakışmış. Filmde az da olsa Yelda Reynaud'u da görüyoruz. Hepsinin dışında başlangıçta filmin en zayıf halkası gibi görülen bir Nurgül Yeşilçay gerçeği var bu filmde. Kalburüstü bir oyunculuk ortaya koyan Yeşilçay özellikle izleyenlerin hemen anımsayacağı cesur sahnelerde de kendisini göstermiş. Sadece bu sahneleri dolayısıyla bile kendisini takdir etmek farz olmuştur.
Filmin senaryosu bakımında pek bir ayrıntıya girmek istemedim. Çünkü filmin ilk intiba olarak insanda uyandırdığı sakinlik hissine ihanet etmek de istemedim aynı zamanda. İzlemeden önce nasıl hissediyorsanız izlerken de hissettiğiniz aynı duygu filmin finalinde tavan yapıyor. Bu noktada belirtmeliyim ki Yaşamın Kıyısında muhteşem bir girişe ve daha da muhteşem bir finale sahip. Hatta sinema tarihindeki en iyi film sonu "cast" akışına bile sahiptir. O kadar da iddialıyım bu konuda. Kâzım Koyuncu da cabası.

Hiç yorum yok: