15 Ekim 2008 Çarşamba

Türk Şiirinin Son Kalesi de Düştü

Hangi mahallede imam yok,
ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz,
meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
fakat istemiyorum, kalabalık.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
ki bütün azalarım hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
çılgınca seviyorum sıcaklığımı...


Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı yitirmişiz... Orta okul yıllarıma gittim bugün. Edebiyat kitaplarımızın sayfalarını süslerdi şiirleriyle. Çalışmayı çok seven insanlardan oluşan kulenin en tepesinde bayrağı dalgalandıran isimdi kendisi. 94 yaşındaydı, ancak üretmekten hiç bıkmadı. Bunun aksi "Şiir, Allah'ın bana verdiği bir tebessümdür" diyen biri için mümkün olamazdı zaten. Öyle olacak ki o tebessüm hiçbir zaman yüzünden eksik olmadı. Hep söylüyoruz aslında... Tekrar tekrar söylemek sadece bizi yoruyor, sonrası hep aynı. Böyle bir kayıp Türkiye dışında yaşansa günlerce konuşulabilecekken, biz maalesef ki onu hapsettiğimiz okul sıralarının ötesine taşıyamayacağız. Bir arkadaşımı arıyorum, "Fazıl Hüsnü'yü kaybetmişiz" diyorum; "Yahu hayatta mıydı ki o?" diye yanıtlıyor. Sessizliği en derinde hissediyorum. O sessizlik aslında çok şey anlatıyor...

Hiç yorum yok: