Busan’da ‘büyük resim’
-
Busan’daki *Trump-Şi* zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret
savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın
jeopol...
2 gün önce
"I could die right now, Clem. I’m just...happy. I’ve never felt that before. I’m just exactly where I want to be." (Eternal Sunshine of the Spotless Mind - Jim Carrey)
Son zamanlarda iyiden iyiye moda oldu; Darwin haklı mı, Adnan hoca savlarını ne derece savunabiliyor vesaire... Maymundan mı geldik, yoksa bir yerlerden bizi izleyen güç "Ol" dedi ve olduk mu? Herkesin inancı kendisine, ben bu noktada yorum yapmıyorum. Şunu söyleyebilirim ki maymundan gelip gelmediğimiz hususunda en ufak bir tahminim olmamakla birlikte, evrim diye bir şeyin olduğuna yürekten inanıyorum. Hemen çıkıp "Hop, hişt, çelişme kendinle" demeyin. Hele bir oturalım, soluklanalım, gülücükler saçalım. Sobanın üzerinden çizilmiş kestaneleri toplayalım, yanına bir de tavşan kanını konduralım.
Kapasitemi sorgulamayacağım. Ancak iyi niyetliyim her konuda olduğu gibi... Maksat Türkçe'yi kullanmak olduğunda taviz diye bir şey kabul edemem ben. Ne kadar doğru kullandığım tartışılır, ama dedim ya, iyi niyetliyim. Okulda, sokakta, aile arasında... Mekan farkı gözetmeksizin Türkçe'yi kullanma konusunda elimden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalışırım. Bir ders anında, bir arkadaş muhabbetinde yanlış söylenmiş bir kelime, yapılmış bir imlâ hatası varsa ve ortamdaki herkes bu konuda danışma hakkını benden yana kullanıyorsa, eh kimse kusura bakmasın, bu konuda başarılı da sayılırım. Ancak yine de dediğim gibi, öncelik daima niyetin iyi olmasında. Sonrası zaten öyle ya da böyle gelir. Atatürk'ün sözüdür; "Tarihlerini bilmeyen milletler yok olmaya mahkumdur!" Peki dil bir tarih midir? Hasıdır bence! Ve kendi dilinin yok olmasına göz göre göre izin veren bir millete nasıl millet denebilir ki? Her fırsatta milliyetçiliğimizden, bu topraklara nasıl bağlı olduğumuzdan, Amerikan hegemonyasından dem vuruyoruz ya, aslında bunun farkında olmamıza rağmen toplumumuzun yozlaşması yolunda kolonlara ilk çekici biz vuruyoruz. Bile bile, işin işten geçmesine karşı olan duyarsızlığımızı inada bindirerek...
Tüm bu tatsız hengamenin arasında biraz olsun heyecan yaşamak güzel olur sanırım. Yepyeni bir anket sonucu ile huzurlarınızdayım. Herkesin güzellik anlayışı farklıdır. Klâsik zevkler ve renkler meselesi... Benim zevkime uygun adaylar arasından en güzel ve en yakışıklıyı belirlemenizi istemiştim bundan 2 hafta kadar önce. Bu süreye 4 günlük Blogger yasağını da eklersek yaklaşık 10 günlük bir oylama süresi açığa çıkıyor. Bu 10 gün içinde "En yakışıklı hangisi" ve "En güzel hangisi" sorularına yanıt aradık. Cevaplar beni son derece tatmin etti. Öyle sanıyorum ki bu konuda hepimiz hemfikiriz. "Ladies first" diyerek vermiş olduğunuz oylar sonucu belirlenen en güzel hanımefendiyi sizlere sunmaktan büyük kıvanç duyarım. Karşınızda oyların %37'sini toplayarak aynaya sormaya bile gerek bırakmayan, "Benim dünya güzelim" Bülent Ersoy! Resimdeki duruşa, zarafete de bir bakın. Dönüp dönüp tekrar bakın. Sonra da 17 numaralı kutuda ne kaybettiğinizi öğrenmek için buraya tıklayın. Evet, kendisi hepi topu 4 oy vererek burun kıvırdığınız hatun America Ferrera olur.
Şimdi de kameralarımızı rekabetin son ana kadar nefesleri kesen bir şekilde sürdüğü "En yakışıklı hangisi" mahallesine çeviriyoruz. "Muz Kralı Ajdar" mevcut oyların %46'sını tek başına alarak iktidar partisine çok net bir mesaj verdi: Yalnız değilsin! En yakın rakipleri Kaburgasız Marilyn ile Bay Pembe Buscemi sadece %15'erlik dilimlere sahip olabildiler. Haliyle genç kızların sevgilisi Ajdar Anık ile aşık atacak düzeye erişemediler. Çok kıskanıyorum bu adamı çook! Moralim bozuldu lan blog!
İlkokul yıllarımı anımsıyorum... Çok sevdiğim ilkokul öğretmenim tarafımdan bana bahşedilmiş ve ayda bir yerine getirmem gereken bir vazifem vardı. Kim ne derse desin benim için daima kutsal, kendimi bir matah sanmama sebebiyet veren bir görevdi. Her ayın belli bir günü kendimden büyük bir VHS kasedi okula getirip götürmem gerekiyordu. Okulun yolları taştan, biz ayakta durmayı yeni öğrenmişiz...
"Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeğe devam edecektir."
Hayır, bu fotoğrafı ben çekmediğim gibi herhangi bir photoshop harikası da değil. İnternetteki haber sitelerinden birinde yer alan "Güler misin ağlar mısın" ya da "Burası Türkiye" mottolu haberlerden biri. Varın hangisi olduğunu siz seçin. Efendim olayın aslı şöyle... Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde yaşayan Kafur Ordu'ya abonesi olduğu GSM şirketinden gelen faturadır bu. PTT görevlisi Kafur beyi tanıyormuş olacak ki fatura geri gönderilmemiş. Nasıl bir memlekette yaşıyoruz, ben anlayamıyorum ki!
"Her zaman Türkiye'ye gelmek ve tanımak istedim. Nihayet Türkiye'deyim. 45 yıldır süren Altın Portakal Film Festivali'ni çok etkileyici buldum. Başka bir ülkeye gidip, başka bir kültürü tanımak çok güzel. Master Class etkinliğinde de sinema öğrencileriyle buluşacağım"

Türkiye, Malezya olur mu? Olursa ne olur? Hatta bir sonraki aşama olarak İran'daki molla rejimi ile yüzyüze bulabilir miyiz kendimizi gelecekte? "İhtimaller, ihtimalleeer" diye sesleniyordu büyük şarkıcı Mustafa Sandal. Sesine kulak mı vermeliyiz? Belki! Hep konuşuruz memleketimizde, tartışırız kadının toplumdaki yerini. "Pardon, yerini derken?" Var mı ki? "Kadın ve erkek eşit olmalı mı"nın yanıtını bırakın bizi, yeryüzünde bulan bir Allah'ın kulu olduğunu sanmıyorum. Kim ne derse desin ilk insandan bu yana durum böyle; o devirleri resmeden karikatürleri bir hatırlayın derim. Tekerleğin, yangının icadını düşünün... Hep erkekler bulur, hep erkekler yapar... Ayrım bizden başlamıyor bir kere. Böyle gelmiş böyle gidecek, hatta daha beter olacak, korkuyorum valla...
Hangi mahallede imam yok,
"There was me, that is Alex, and my three droogs, that is Pete, Georgie, and Dim, and we sat in the Korova Milkbar trying to make up our rassoodocks what to do with the evening. The Korova milkbar sold milk-plus, milk plus vellocet or synthemesc or drencrom, which is what we were drinking. This would sharpen you up and make you ready for a bit of the old ultra-violence." (A Clockwork Orange - Malcolm McDowell)
28 days... 6 hours... 42 minutes... 12 seconds...
"There are people who think that children are made in a day. But it takes a long time, a very long time. That's why it's so awful to see your child's blood on the ground. A stream that flows for a minute yet costs us years. When I found my son, he was lying in the middle of the street. I soaked my hands in his blood and I licked them. Because it was mine. Animals lick their young, don't they? I'm not disgusted by my son. You don't know what it's like. In a monstrance of glass and topaz. I would put the earth soaked by his blood." (Todo sobre mi madre - Marisa Paredes)
Sırdaşlık... Kökleri derinlere salınmış dostluklar... Komünizm ve din... İkinci Dünya Savaşı... Temalar! Bir filmin üzerine kurulması bakımından temalar önemlidir. Saydıklarım sanıyorum ki beyazperdede en sık rastlanılanları. Üstüne koyuyor yönetmenler, yapımcılar. Durmadan! Usanmadan! Hâlâ... Merak ediyorum, sinemaseverler üzerinde bir anket yapılsa İkinci Dünya Savaşı temalı yeni filmler görmek isterler mi? Cevabı tahmin etmek güç değil sanırım.