2 Kasım 2007 Cuma

The Crow

"Eskiden insanlar öldükleri zaman bir karganın, ruhlarını ölüler diyarına götürdüğüne inanırdı. Ama bazen, o kadar kötü birşey olurdu ki ruh beraberinde büyük bir hüzün getirirdi ve dinlenemezdi. Böyle olduğunda nadiren karga yanlış şeyleri düzeltmek adına bu ruhu dünyaya geri getirirdi."
Uzun zamandır aklımdaydı, ancak bir türlü vakit ayıramamıştım The Crow'a. İşin daha da garibi, ve benim için ayıp olan yanı, filmin 1994 yapımı olması. Aradan 13 sene geçmesine rağmen bu efsanevi filmi izlemek bu haftaya denk geldi.
Bir insanın aşkı için gidebileceği en uç nokta, yine bir bireyin içinde barındırabileceği en kudretli intikam hissi ya da ölümden sonraki yaşam hakkında bir şeyler izlemek istiyorsanız, The Crow bu konudaki kaçırılmaması gereken filmlerin başını çekiyor. Lafı fazla uzatmadan hikâyeye gelecek olursak...
Eric Draven ve nişanlısı Shelly Webster'in bir binanın çatı katındaki evlerinde bir grup çete tarafından vahşice öldürülmelerinin üzerinden tam bir sene geçmiştir. Geride bıraktıkları sevenleri, özellikle küçük Sarah, için geçen süre zarfında hayat Eric ve Shelly'den öncekine oranla çok kötü geçmektedir. Küçük Sarah tam bir sene Shelly'nin önce tecavüze uğrayıp sonra katledildiği, ardından Eric'in kurşunlandıktan sonra apartmandan aşağı fırlatıldığı yerdedir. Anılar onun için her şeydir. Sarah bir yerlerde hâlâ bir meleğin olabileceğine ve dünyadaki adaletin dağıtımına devam edeceğine inanmaktadır. Tabii kimsenin o gece Eric'in mezarının boşaldığından haberi yoktur... Zaman mezarından çıkan Eric Draven için Shelly'sine dokunanlardan intikam alma vaktidir.
The Crow'un yönetmenliğini daha önceki yazılarımdan birine de konu olan Dark City'nin de yönetmenlik koltuğunda bulunmuş olan Alex Proyas yapmış. Filmin oyuncu kadrosunu incelediğimizde ilk göze çarpan isim Bruce Lee'nin oğlu olan ve aynı zamanda filmdeki Eric Draven karakterine hayat veren Brandon Lee. Burada Lee'nin hüzünlü öyküsü için bir paragraf açmak istiyorum. Çünkü filmi izlerken biliyorsunuz ki Draven karakterini neredeyse bir idol konumuna getiren Brandon 58 günlük çekimlerin 52'nci gününde sette hayatını kaybetmiş. Evet, kendisi The Crow'un çekimlerinin sonunu görememiş ve filmin tamamlanmış halini izleyememiştir. Kendisinin ölümü de tıpkı babasının ölümü gibi şaibeli olmuştur. Açıklamak gerekirse... Brandon'ın öldüğü sahne, filmi izleyenler de hatırlayacaktır ki, bir "flashback" sahnesidir. Mezardan çıkan Eric cinayet gecesini hatırlamaktadır. Kurşunun başına isabet ettiği sahne... İşte o sahne çekilirken kullanılacak olan kurusıkı tabancanın gerçek bir tabanca ile değiştirildiği ve bunun da kasıtlı olarak yapıldığı iddia edilmektedir. Sette silah patladığında yere yığılan Brandon'ı yönetmen dahil herkes rol yapıyor sanmaktadır ancak bir gariplik vardır. Brandon'ın yerde yatışı aşırı gerçekçidir. Durumun farkına varılır ve aktör hastane kaldırılır. 5 saat süren ameliyat amacına ulaşamaz ve Brandon Lee'nin 28 yıllık yaşamı son bulur. Çekimlerin kalanı da bir dublörün yüzüne yapılan efektler sayesinde tamamlanır. Dosya kapanır!
Filmdeki tanıdık yüzlerden diğeri de filmin kötü adamı Top Dollar rolünde izlediğimiz Michael Wincott. Allah için bir kötü adamın nasıl olması gerektiğinin resmini çizmiş film boyunca.
Filmin müziklerine de dikkat çekmekte fayda var. Özellikle Jane Siberry tarafından seslendirilen "It Can't Rain All The Time" muhteşem. Bunun dışında The Cure'un performansıyla "Burn" ve Violent Femmes'in yorumuyla "Color Me Once" filme renk katan diğer parçalar. Hatta filmi dikkatli izlerseniz bir ara "Oy oy eminem nedir bu güzellikler"i duymanız bile mümkün.
Esen kalın efendim!

3 yorum:

birdamlaumut dedi ki...

Merhaba...
The Crow aşığı bir insan olarak sık sık hakkında yazılmış yazıları kurcalarım... bugün de.. bu yağmurlu günde karıştırırken sayfaları 2007 tarihli bu yazınızla karşılaştım... elinize sağlık :)

birdamlaumut dedi ki...

Ve hatta.. Trailer'i görünce fark ettim ki! tekrar izlemeliyim!!! :) ben de pek çok yazımda göndermeler yaparım 'hayatımın filmi'ne..

saygılarımla.. :)

halley dedi ki...

aslında ilk kez 1995 te izlemiştim ve sanırım 10 defa kadar çok sık aralarla izleyip uzun bir aradan sonra dün gece tekrar izledim...ve ne garip ki hiç bir sahnesini unutmamışım...müzikleri, çekimleri, mekanları, kostümleri, karekterleri...muhteşem bir kült filmdir...bu sabah nette dolaşırken sizin açıklamalarınızı severek okudum ve paylaşmak istedim...

selamlar, sevgiler