,
Bilimkurgu diyince aklımıza ilk hangi film gelir? Çoğunluk Star Wars diye cevap verir bu soruya. Kimimizin favorisi ise BBC tarafından tüm zamanların en iyisi seçilen ve Harrison Ford'u starlaştıran Blade Runner'dır. Back to the Future, Stalker, Terminator, Donnie Darko, Matrix... Belki de Dünyayı Kurtaran Adam'dır sizin favoriniz, orasını bilemem tabii ama örnekler kesinlikle çoğaltılabilir. Ancak hepsinden öte Matrix'i sevmişseniz ki ben sevmem şimdi bahsedeceğim filmi mutlaka seversiniz ki ben çok sevdim (İlginç bir detay tabii).
Söz edeceğim film 1998 yapımı ve The Crow ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen Alex Proyas imzalı. Filmin adı, belki duymuşsunuzdur, Dark City. Bana kalırsa izlediğim tüm bilimkurgu filmleri içinde en iyisi, evet Blade Runner'dan bile iyi. Çoğu insan bilimkurgu ve "film noir" türünde filmlerden hoşlanmaz. Haklılardır da. Çünkü bu tarz filmler genellikle çok karanlıktır ve anlaşılması zordur. Ben bile bu tarz filmlerden hoşlansam da iş anlatmaya gelince tıkanırım. Severim, anlarım, izlerken hızlı hızlı atan kalbim tenimi de zorlar. Ancak kelimeleri birleştirip de cümlelere dökemem o filmi. Yine de az biraz anlatmaya çalışayım filmi ki bilmiyorsanız önbilgi olsun sizin için. Bu iyiliğimi de unutmayın sevgili canlar.
Şimdi efendim bu filmde bir adam var. Adamın adı da John Murdoch. Böyle bir gece bilmediği bir otel odasında uyanıyor falan. Sonra dışarı adımını bir atar ki vahşice işlenmiş bir seri cinayetin zanlısı olarak arandığının farkına varır. İşin kötüsü geçmişine dair hiçbir şey hatırlamamaktadır bu Murdoch. Sonra bir de uzaylılar vardır bu Murdoch'ın dışında. Amaçları zamanı durdurup insanların geçmişini silerek onların ruhları hakkında bilgi toplamaktır. Bunlar bütün ademoğluna "Sleep now" derler ve dünyada bir tane ayık insan kalmaz. Lâkin Murdoch ismindeki adama bir türlü hükmedemediklerini fark etmeleri uzun sürmez. Bu Murdoch adamında bir gariplikler vardır ve bu adamı bulmaları gerekmektedir. Öyle işte. Sanırım yine anlatamadım ama siz sakın izlememezlik yapmayın.
Şimdi sıra filmin oyuncu kadrosunda. Filmi izlerken en sevindiğim nokta 24'de severek izlediğimiz Kiefer Sutherland'i ilk defa Jack Bauer rolünün dışında bir rolde izlemek oldu. Altından da ustaca kalkmış bizim Amerikalı Polat Alemdar. Bunun dışında John Murdoch rolünü oynayan abimiz Rufus Sewell olmuş. The Illusionist'de uyuz olmuştum bu adama artık favori aktörlerimden. Murdoch'ın kız arkadaşı olan ama aslında olmayan bayanı ise Jennifer Connelly oynamış, çok da güzel olmuş. Müfettiş Frank'i ise William Hurt oynamış.
Son söz: Sonlara doğru biraz The Truman Show tadı da veren bu 96 dakikalık filmi kaçırmayın derim. (Son cümleyi kurmasa mıydım?)...
Yeni düşman ‘wokizm’
-
ABD’de Demokratlar seçim yenilgisinin nedenlerini araştırıyor. *Sınıftan
kopmak, “Wokizm”* (*“woke”* savları savunmak) önde gelen nedenler
arasında. ...
1 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder