26 Ağustos 2007 Pazar

One Book To Rule Me


Three rings for the Elven-Kings under the sky,
Seven for the Dwarf-Lords in their halls of stone,
Nine for mortal men doomed to die,
One for the Dark Lord on his dark throne
in the Land of Mordor where the shadows lie.
One Ring to rule them all, One Ring to find them,
One Ring to bring them all and in the darkness bind them
in the Land of Mordor where the shadows lie.


İlkokuldayken yaşıtlarım babalarından genellikle oyuncak almasını isterken, ben hep kitap alınmasını istedim kendime. Okumak, başkalarının hayal dünyasında yolculuk yapmak, dünyadaki tek değerli bilginin kendiminki olmadığını bu sayede kabul etmek hep cezbedici gelmişti bana. Yalnız yaşım gereği okuyabileceklerim ve anlayabileceklerim hep kısıtlıydı ne yazık ki! Ancak her şeyin bir zamanı vardı tabii ki! Ortaokul yıllarımla birlikte fantastik edebiyata büyük bir ilgi duymaya başlamıştım. O zamanlar 12-13 yaşlarımda olmalıydım ki henüz John Ronald Reuel Tolkien ismini de duymamıştım. Yaz tatillerimden birinde kavurucu Antalya sıcağında düştüm yollara. Amacım yeni bir kitap edinmekti tabii. Başka türlü koca yazı geçiremeyen ben uğradığım bir kitabevinde rastladım The Hobbit'e. Kimin yazdığından ya da kitabın dünyada sahip olduğu ünden haberim yoktu. Belki de kapağı cezbetmişti beni, hatırlamıyorum... Bir patikada kukuletalarıyla yürüyen biri çok uzun diğeri tam zıttı olan iki adam vardı ve ormanın arkasında giderek büyüyen bir şatoya doğru çiseleyen yağmurun da eşliğinde gidiyorlardı. Kapaktaki resim buydu. Üzerinde de "Oradaydık ve şimdi buradayız" diye bir yazı vardı. Kimdi "orada" olanlar ve "şimdi" neredeydiler? Kafamdaki tüm soru işaretleri ve sanki ilk kez kitap alıyormuşçasına içime dolan heyecan eşliğinde satın aldım kitabı. Bir solukta da okudum. Son sayfayı çevirdiğimde yazarın yarattığı dünyaya, Bilbo Baggins'e, büyücü Gandalf'a, hobbitlere, cücelere ve tabii ki elflere hayran kalmıştım. Bundan sonra elime aldığım her kitabı kıyaslama sorunsalı oluştu bende. Elime aldığım diğer kitapların hiçbirini bitiremedim. Bunalımın adı "neden bittin lan Hobbit"di. Neredeyse tapmıştım yani, o kadar.

Bir süre sonra (lise yıllarımda) aynı umutla Hobbit'i aldığım kitabevine uğradım. Ayaklarım beni sanki sözleşmişçesine doğruca Hobbit'i bulduğum rafa götürdü. Şans bu olsa gerekti. Bir kitap vardı ama aslında üç kitaptı. Yeşil ciltliydi. Üzerinde J.R.R. Tolkien yazıyordu ve hemen altında kitabın adı: Yüzüklerin Efendisi! "İşte" dedim kendi kendime, "işte bir Tolkien eseri daha. Hem de Hobbit'e göre çok daha kalın görünüyor"du... Kitap üç ciltten oluşuyordu. Adı Yüzük Kardeşliği olan ilk cildi elime alıp, arka kapağı çevirdiğimde şöyle bir yazıyla karşılaştım; "Dünya ikiye bölünmüştür, denir Tolkien'in yapıtı söz konusu olduğunda: Yüzüklerin Efendisi'ni okumuş olanlar ve okuyacak olanlar". Kitabın kısa bir özetini de okuduktan sonra "Tamam" dedim, "alıyorum". Ancak cebimdeki para sadece tek cildine yettiği için diğer iki kitabı bırakmak zorunda kaldım. Kitabın daha bir sayfasını bile okumamıştım ama üzülmüştüm. Çünkü kitabın ne kadar güzel olabileceğini biliyordum. Eve gider gitmez odama kapandım ve sırtımı duvara dayayıp sayfaları hızla çevirmeye başladım. İlk kitabın bitmesi pek uzun sürmedi. Yüzük Kardeşliği sona erdiğinde kitap öyle bir noktada kalmıştı ki meraktan ölmemek elde değildi. Hemen gidip ikinci cilt olan İki Kule'yi aldım tabi. Bir solukta o da bitti. Sonrası malum; üçüncü kitap. Üçüncü cilt, Kralın Dönüşü, de sona erdiğinde eseri tamamlamıştım, ancak çok büyük bir boşluğa düşmüştüm. Okurken yaşadığım dünya ile tüm ilişkilerimi kesip, Orta Dünya'ya adapte oluşum, okulda ders sırasında gizli gizli sıranın altında kitabı okuyuşum... Her şey sona ermişti. Geriye sadece bu kadar hızlı okuduğuma savurduğum lanetler kalmıştı. Artık ne Frodo, ne Gandalf, ne Tom Bombadil, ne Shire, ne Samwise Gamgee, ne kardeşlik, ne umut, ne dostluk, ne..." vardı. O an o kitabın içinde bulunabilmek için hayatımdaki her şeyden vazgeçmeye hazırdım.
Daha sonra araştırınca öğrendim ki Yüzüklerin Efendisi son yüzyılda en çok okunan kitapmış. Herkes bu kitabın İncil olduğunu sanır ama bu külliyen yalandır. Araştırmalarıma göre olay da şudur. Yirmi birinci yüzyılın başlarında İngiltere'de çok satan gazetelerden biri yirminci yüzyılın en okunan kitabını ortaya çıkarmak için bir anket düzenler. Anketin sonucu ise son derece açıktı ve bazılarının hiç beklemediği gibi çıkmıştı. Ankete katılan 25000'in üzerindeki insan büyük bir farkla Yüzüklerin Efendisi'ni "en çok okunan kitap" yapmıştı. Başarıyı çekemeyen birçokları kendi anketlerini yapmaya başladıklarında da sonuç aynıydı. Tolkien yarışı kazanmayı sürdürüyordu. Akabinde anti-Yüzüklerin Efendisicilerin umudu Folio Society oldu ki bu kurum İngiltere'nin en saygın kurumlarından biridir. Yalnız FS Yüzüklerin Efendisi'nin tahtını ancak bir "tüm zamanlar" anketi yaparak yıkabileceğini düşünüyordu. FS'nin 50000 üyesi ciddi okurlardan ve edebiyattan iyi anlayan uzmanlardan oluşuyordu ve sadece moda olan kitapları pek beğenmezlerdi. Onların seçimi ne mi olmuş? Jane Austen'ın Gurur ve Önyargı'sı ve Charles Dickens'ın David Copperfield'ı. Ancak zirveye tırmanan, bir kez daha eski dost Tolkien ve Yüzüklerin Efendisi olmuştu. Tüm bu sonuçlar geveze takımının hiç de işine gelmemişti. Başlarda anketlerin doğru olmadığı görüşünü savunmuş, daha sonra suçlamalarının yanlış olduğu belgelenince sinir küplerine binmişlerdi. Tabii ki meyve veren ağaç taşlanır misali yapılanlar bu kadarla kalmayacaktı. Diğer yazarlar ve kitap eleştirmenleri Tolkien'in şahsına saldırmaya kadar götürmüşler bu işi. Bir süre sonra, 2000 yılının yaz aylarında, sırf edebiyat züppelerinin yaralarına tuz ve biraz da biber basmak için Tolkien bir kez daha gündeme oturuyordu. Bunun nedeni de o yaz Yüzüklerin Efendisi'nin filminin çekilmeye başlandığı haberiydi. Birkaç ay sonra ise filmlerin yapımcısı olan New Line Cinema kendi web sitesinde kısa bir fragman göstermeye karar vermişti. Bu kısa video klip, izlenime sürüldüğü ilk gün 1,7 milyon kereden fazla bilgisayara indirilmişti. Bu rakam, rekoru en son elinde bulunduran, yapılan devasa reklamlar ve ilk üç Star Wars filminin başarısından çokça destek alan Star Wars: Episode 1: The Phantom Menace'in fragmanının indirilme rakamının tam iki katıymış. Üstüne üstlük insanlar henüz Yüzüklerin Efendisi filmlerinde kimlerin oynayacağını ya da filmlerin ne zaman vizyona gireceğini dahi bilmiyordu.

Aslına bakılırsa bu bilgileri öğrendikten sonra kitabın sandığımdan da fazla bir üne sahip olduğunu ve hakettiği değeri aldığını görerek mutlu olmuştum. Fakat neydi Yüzüklerin Efendisi'ni bu kadar popüler yapan ve okurlarına "Bu hikaye gerçek olmalıydı" dedirten? 29 Temmuz 1954'de okuyucuya sunulmuş ve hâlâ popülaritesini artırmaya devam eden bu eser nasıl bu kadar çok tutabilmişti? Neden kitabı bir kere bitiren tekrar tekrar okuma isteği duyuyordu? Ben de bunlardan biriyim ve evet, kitaplar okunmaktan eskidi ama ben okumaktan bıkmadım. Bu kadar fanatiğinin olması yaşama dair tüm duyguları, hırsları, korkuları, cesareti, umudu, dostluğu, aşkı, özlemi ve dolayısıyla hayatın ta kendisi olmasının bir sonucu olabilir mi? Bu sorulara verilebilecek tek yanıt herkesin kitapta kendinden bir parça bulması olabilir. Karakterlerin en endişeli olduğu anlarda kendilerini umutsuzca umudun kollarına bırakmaları etkilemiştir okurları. Kitapta da Galadriel bunu şöyle dile getirmiştir; "Even the smallest person can change the course of things"... Çok yakın dost olan Frodo ve Sam hikayenin sonuna kadar içlerindeki umut ve birbirlerine duydukları güven sayesinde gidebilmişlerdir. Bu sayede başarmışlardır ne başarmışlarsa.
Anti-Yüzüklerin Efendisiciler kitabın hiçbir şey vermediğini düşünürler. Ancak hiç de öyle değildir. Bir kere, her şeyden önemlisi, kitapta dostluk vurgulanır ve bu sayede nelerin üstesinden gelinebileceği. Kahramanlar kaderi kabullenir hiç şikayet etmeden. Fakat kesinlikle kadere küsmesler ve aksine kararlı iradeleri sayesinde kadere karşı yürürler. Kişi okuyunca anlar ki sıradan insanlar bile büyük şeyler başarabilir. Size tek gereken içinizdeki inancı ve isteği baki tutmaktır. Egolarınızın büyük olması da gerekmez hem. İhtiyacınız olan sadece maneviyattır. Örneğin, Samwise Gamgee macera boyunca eve dönüp yeniden bahçıvanlığa devam edebilme ihtimali üzerinde durmuştur. En zorlu anlarda bu hayaline tutunarak ilerleyebilmiştir. Son kitabın "Cormallen Kırları" bölümünde Samwise Frodo'ya şöyle fısıldar; "Ama ne biçim bir öykünün içindeydik değil mi Bay Frodo? Keşke bu öyküyü anlatırlarken ben de duyabilseydim. Sence 'evet şimdi sırada Dokuz Parmaklı Frodo ile Hüküm Yüzüğü'nün öyküsü var, diyecekler mi? O zaman herkes susacak, tıpkı Yarmavadi'de bize Tek Elli Beren ile Büyük Taş'tan söz ettiklerinde bizim yaptığımız gibi. Ah keşke ben de dinleyebilseydim! Sonra, bizim bölümümüz bittikten sonra öykü nasıl devam ediyor merak ediyorum". Zaten Tolkien'in Sam hakkında söylediği bir söz var ki sadece Sam'i değil, neredeyse tüm kitabı anlatıyor: "O kadar azimliydi ki bunu ancak ölüm bozabilirdi".

Şimdi hikayeyi bitirdiğim zamana geri dönmek istiyorum. Hatırlayacağınız üzere kendimi boşlukta hissettiği belirtmiştim. Yine de benim için Yüzüklerin Efendisi asla bitmedi, nefes aldığım müddetçe de bitmeyecek. Öyküyü bitirdiğim zamandan bu yana her yıl sonbahar geldiğinde yeniden okuyorum Frodo'nun, Bilbo'nun, Sauron'un, Merry'nin, Aragorn'un, Yüzük Savaşı'nın hikayesini. Bunun dışında sık sık alırım kitabı elime ve rastgele sayfalar açıp Orta Dünya'nın büyüsüne bırakırım kendimi. Bazen Hobbitler ile Rivendell'e doğru çıktığım yolculukta The Prancing Pony'ye uğrarım ve Orta Dünya'nın en iyi kaymak birasını Barliman Butterbur'dan isterim. Kimi zamansa Tom Bombadil'in Hobbitler'i Yaşlı Orman'dan kurtarmasını izlerim, daha sonra da Altınyemiş'in şarkıları eşliğinde yıldızların parlattığı gökyüzünü seyre dalarım. Weathertop'da The Dark Riders'a engel olamadığıma üzüldüğüm günler de oldu, Khazad-Dûm'da Gandalf'a yetişemediğime de. Arada sırada kitapların kapağına dalmak, odamda asılı duran dev Orta Dünya haritasında yolculuğun geçtiği yerleri takip etmek, Helm's Deep'de ve Pelennor'da en ön safta miğferim ve kılıcımla koşturduğumu hayal etmenin üstünde bir haz yok benim için.
İşte benim için Yüzüklerin Efendisi her sene her şeyi geride bırakıp çıktığım ve aslında hiçbir zaman bitmeyecek bir yolculuk. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başlayıp da güz yağmurları kuzey yarımküreyi yavaş yavaş ıslatmaya başladığında sırtıma bir çanta alarak çıktığım bir yolculuk. A vanta as márë órelyar! Nai eleni siluvar antalyannar!

Hiç yorum yok: