Fatih Akın'ın 2005 yılında çektiği bir belgesel filmden bahsedeceğim şimdi. Filmin adı başlıkta da görüldüğü üzere Crossing the Bridge: The Sound of İstanbul. Belgesel dedik ama sakın ola Afrika'daki yaban hayatını ya da Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri anlatan bir belgesel sanmayın. Bilindik belgesel klişelerini bir nevi yıkan bir eser İstanbul Hatırası. Öyle ki müzik ve İstanbul adına hoş dakikalar geçirmenizi sağlayan bir film bu. Film İstanbul Boğazı'nın eşsiz manzarasıyla başlar, İstanbul'un her semtinden harika görüntüler sunar ve yine Boğaz ile sona erer. Tabii tüm bu eşsiz manzaralar film boyunca her türlü müzikle sentezlenerek sunulur izleyiciye. Öyle ki Beyoğlu'nda sokak aralarında çalan mahalli çalgıcılara da rastlarsınız, barlarda rock müzik ile coşan gençleri de görürsünüz, hatta yeri gelince Orhan babanın sazın tellerine inceden dokunuşunu hisseder, Müzeyyen Senar'ı görünce de hafiften bir rakı masası kurma isteği duyarsınız. Aslında filmin vermek istediği mesaj son derece açık; İstanbul öyle bir şehir ki her tarzda müziği hiçbir şekilde tereddüt etmeden benimseyebiliyor. Peki film boyunca karşımıza çıkarak bizleri mutlu eden, kendilerinin ekrana yansıyan yönlerini bize izletme fırsatı verdiği için Fatih Akın'a teşekkür etme isteği uyandıran müzisyenler kimler? Baba Zula, Duman, Replikas, Erkin Koray, Ceza, Mercan Dede, Sezen Aksu, Orhan Gencebay, Müzeyyen Senar, Sertab Erener, Demir Demirkan, Candan Erçetin ve dahası... 'Dahası' dedim de, sanırım bu dahası içinden bir gruba ayrı bir yer vermem gerekecek. Evet, izleyenlerin tahmin ettiği üzere bu grup Siya Siyabend! Beyoğlu'nun arka sokaklarında kendilerince müzik yapmaya çalışan ama bu işi gerçekten hakkını vererek yapan bir grup Siya Siyabend. Belgeselde Hayyam isimli çok hoş bir parça seslendiriyorlar. Bunun dışında belgeselin, bence, en önemli unsurunu da oluşturuyorlar. Bilhassa müzik yaparken verdikleri toplumsal mesajlar gerçekten çok anlamlı. Kendilerini görüp, performanslarına tanık olup, yaşam felsefelerini idrak edip de piyasadaki birçok boş adamın yerinde neden Siya Siyabend'in olmadığının muhasebesini yapmayan kişi yoktur herhalde. Onlar öyle bir grup işte... Benim bu belgesel hakkında yazı yazmamın yegane sebebi olan grup...
Grup elemanlarından Bizon Murat'ın kaleme almış olduğu ve 2006 yılında Radikal Gazetesi'nde yayınlanmış olan bir köşe yazısıyla bitirelim yazıyı:
"Sokakta varolurken dikkat edilmesi gereken şeyler vardır; insanların birbirini kıskanmasından dolayı başına gelebilecek saçmalıklar gibi. Bir insan bir insanı kıskanır mesela bu normal bir durumdur, ama platform sokak olunca bazı şeyleri ciddi boyutta yaşamak durumunda kalabilirsin. Hiç bilmediğin bir mahalleden, bir sokaktan geçerken sırf tipin yüzünden sana saldırmayı hesap edebilecek adamlar var sokaklarda.
Sokak bizim evlerimiz, işlerimiz, hayatlarımız arasında gidip geldiğimiz köprünün ta kendisi. Köprü bizi bir yerlere bağlar ve o köprüde karşına her an her şey çıkabilir.
Sokakta varolabilmek, inanın filmlerde, kitaplarda varolabilmekten çok farklı bir olma anı içerir. Bu an; 'Canın anda olduğu, cananın canlandığı an'a çok benzer.
Sokağın mekân olarak bir farkı varsa; herkesin olmasından ötürü, herkesin orada olabilme hakkı olmasından ötürü vardır. Bu mekânda; insanlar birbirlerini algılarıyla kısıtlayabilirler. Bunu şöyle açabilirim; 'Ben bir şey anlatırım, senin kulakların yüzünden küfre girer' der, dervişin biri...
Sokakta bir mekân, feşmekan... Sokağı bence çok abartıyorlar; insanlar odalarda ışıksızken, neden sokakta duvarların dibinde de olmasınlar ki. Ayrıca insanlar; mekânları doğru düzgün yaşayamıyorlar, nasıl sokakları çok iyi yaşayabilirler ve yaşamadan nasıl bilebilirler ki... Fatih Akın'ın filminde Dede'nin bir lafı var; 'Taşın ruhu yoktur, taş taştır, ruh da ruh', yani taşa kafanı koymadığın sürece taşın taş olduğunu anlayamazsın, bu yeterince açıklayıcı bence.
Aşmamız gereken düşüncelerimiz, aşmamız gereken yaşamlarımız, aşmamız gereken sokaklar var... Yıllar boyunca sokakta savaşmadan, kavga etmeden ayakta kalmanın bir yolu olmadığını gördükten, ya da en azından evi, odaları olduğu için ya da sadece kiralık özgürlükleri olduğu için birbirlerinden kaçan insanların ardından, bana kalan akıl hastalığıyla yol yürümem gerektiğini gördükten sonra şunu anladım; aç tokun halinden anlayamaz, düşünsel anlamda da anlayamıyor. Düşünebilen yaratık, düşünemeyenlerle beraber yol yaparken onları köleleştiriyor, aynı biraz parası olanların diğerlerini yönetme tribi gibi bir şey bu.
Kim yönetiyor bu ülkeyi, sokaktaki hangi insan yönetiyor?.. Onlar sokağa çıkmıyorlar ki zaten, konvoylar şeklinde geziyorlar, yanlarında siyahlı/silahlı korumaları, buraya geliyorlar burası iptal oluyor, oraya gidiyorlar orası iptal oluyor. Onlarınki tek kelimeyle korku, nasıl korkuyorlar biliyor musunuz? Sokakta sürekli can korkusu var, bizimse can korkusundan geçmiş insanlara ihtiyacımız var. Şöyle yanından şeytan geçse selamün aleyküm deyip, yolunu seçecek insanlar gerekiyor bize.
Benim sokakta öğrendiğim tek şey; her şeyin değiştiği ve bu değişimin en çabuk sokaklarda fark edildiğidir. Biz devrimci insanlarsak, anın devrimcisi olmamız gerekiyor, kendimizi değiştirmeliyiz yani, içimizdeki nefreti, öfkeyi değiştirmeliyiz.
Bir de hiç farketmez hangi yoldan gideceğin, yeter ki git o yoldan... O yola düşmekle, yolda olmayı düşünmek farklı şeylerdir. Yüzyıllardır insanlar; yolda olanlarla, yolda olmayı düşünenler arasında 'düşünceleriyle' pinpon topu oynarlar. İnsanların bu ahlakları reddedip, kendilerine ahlak üretemeyişlerinin sonucu gerçek ahlaksızlık olabilir, onu da biz yaşıyoruz zaten."
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
2 yorum:
Benim aklıma takılan birşey var.Afişlerde neden kimi harfleri ters yazma ihtiyacı hissederler?
Sen daha iyi bilirsin ya da bir fikrin vardır diye soruyorum:)
Mesela bu afişte "n" ve "r" harfi.
Bana itici geliyor ve kiril alfabesi aklıma geliyor okuduğumda.N harfi -i,ters r ise-ya oluyor ve komik oluyor o zaman...
Hmm, belli bir nedeni olduğunu sanmıyorum. Yazıyı görsel olarak daha iyi hale getirebilmek için seçilmiş yazı fontu olabilir mesela.
Yorum Gönder