Yanlış hatırlamıyorsam 1997 yılıydı. Yeni evimize taşınmıştık ve taşındığımız ilk gün eşyalar yerli yerine yerleşmemişti haliyle. Eklemekte de fayda var yaz aylarındaydık. Gündüzki hengameden sağ çıktıktan sonra günün verdiği yorgunlukla yerleşme işinin kalan kısmını ertesi güne bırakmak en anlamlısıydı. Babam o akşam dışarıya çıkmıştı. Markete gitmiş olmalıydı. Eve döndüğünde elindeki Tempo dergisini karıştırmaya çoktan başlamıştı. Kardeşim ve benim küçük yaşımız dolayısıyla ne gibi aptallıklar yaptığımızı hatırlamıyorum bile. Neyse, konu da bu değil zaten. Babam bir süre sonra bizi yanına çağırdı. Ben ilkokulu tamamlamıştım, kardeşim ise üçüncü sınıfa başlayacak olmalıydı. Nereden estiyse artık babam karne hediyesi almak istemiş olmalıydı ki dergideki iki yeni oyun konsolunu işaret etti bize. O zaman kadar MicroGenius'daki milyon tane kareden oluşan grafikleriyle televizyonumuzu süsleyen oyunlardan başka bir şey bilmiyorduk. Dergide çok yakın bir zamanda piyasaya sürüleceği belirtilen iki konsola şöyle bir baktım. Yazının başlığında "Dünyanın en iyi oyun bilgisayarı Türkiye'ye geliyor" gibi ibare yer alıyordu. Çocuğuz ya hemen kaşları kaldırıp masumane bir tavır takındıktan sonra babaya içli bir bakış attık. O da "Hangisini istiyorsunuz?" diye sordu tabii. Her zaman Sony markası isim olarak karizma gelmiştir bana. Sega Saturn'ü bir kenara atıp "Sony Play Station olsun" dedim. Okunduğu gibi telaffuz edemiyordum tabii :) Sonradan öğrenecektik ki babam ertesi gün ön siparişi bile vermiş.
Efendim biraz ağırdan alıyorum, farkındayım. Ancak ilk günkü heyecanımı ancak bu şekilde yeniden yaşayabilirdim. Uzatmalayalım. Sonra bir gün okuldan eve geldiğimde yatağımın üzerinden bir kutu duruyordu. Tahmin edebileceğiniz üzere kutunun içinde Sony Play Station vardı. Üstelik, ayıptır söylemesi, Türkiye'de konsolu ilk alan 100 kişiden biri olduğumuz için bir de orijinal oyun hediye edilmişti. Oyunun adı, sonradan efsanelerimden biri olacak olan, Tekken'di. Yalnız heyecanımız yarım kalmıştı desem yalan olmaz herhalde. Babam o öğleden sonra kutuyu eve bıraktıktan sonra iş gezisine çıkmıştı. Nereden baksak 3-4 gün evde olmayacaktı yani. Biz de çocuk halimizle "Ya cihazı kurmaya çalışırken bozarsak?" psikolojisi içinde babam gelene dek elimizi dahi sürmedik tabii.
Bandı 3-4 gün ileri saralım. Çünkü o 3-4 gün içinde anlatılacak bir hadise olduğunu sanmıyorum. Varsa da mal mal kutudaki resimlere bakmaktan daha öte bir şey olduğunu sanmıyorum. Neyse! Babam seyahatinden dönüp de konsolu kurduğumuzda adeta kardeşim ve benim ağzımızın suyu akıyordu. Alışık olmadığımız bir şeydi çünkü. Bir anda MicroGenius'dan Play Station'a geçtiğinizi hayal ederseniz halimizi anlamanız güç olmayacaktır. Yalnız sorunlar bitmek bilmiyordu. Heyecanımız yatışmıyordu çünkü. Durmadan yeni oyunlar almak istiyordu deli gönül. Lakin problem de burada yaşanıyordu zaten. O vakitler konsola çip taktırma gibi bir güzellik olmadığından paşa paşa orijinal oyun almak zorundaydı Play Station sahipleri. Oyunlarda o zamanın parasıyla 60 milyon Türk Lirası'ndan başlıyordu. İşin kötüsü makinayla birlikte bir de demo cdsi vermişlerdi. Bu cdde birkaç Play Station oyununun bir bölümünü oynayabiliyordunuz. Sonra en heyecanlı yerinde kesilince de orijinalini almak istiyordunuz. Pazarlama açısından zekice bir işti, inkar edemem. Fakat çocuklar pazarlama nedir bilmez. Oyun ister onlar, oynamak ister. Her zaman daha fazlasını ister. Pepsi gibi... Bu iğrençti :)
Demem o ki söz konusu demo cdsinin içindeki yaklaşık 15 tane oyun içinde kardeşim ve benim farklı sevdaları vardı. Eğer ki baba yeni bir oyun alması için ikna edilecek olursa ikimiz de kendi favorimizin alınmasını isterdik. Benim beğendiğim oyun Adidas Power Soccer'dı. Öyle böyle değildi. MicroGenius'daki yarım saatte rakip kaleye giden bayan oyunlardan değildi. Grafiğin dibine vurmuştu. Oyun biraz da komikti aslında. Öyle ki bazen şut çektiğinizde rakip kaleciyi kaleye dahi sokabiliyordunuz. Belki de beni cezbeden buydu. Bilemeyiz tabii.
Kardeşimin favori oyunu ise aslında benim de beğendiğim ancak oyun alımı söz konusu olursa kendiminkini aldırmak için sesimi çıkarmadığım bir oyundu; Crash Bandicoot. Naughty Dog mottosuyla piyasa sürülmüştü bu oyun. Ana kahramanı Crash adında bir köpekti. Tropikal adalarda ormanların içinde kız arkadaşını kötü doktor Neo'nun elinden kurtarmaktı amacı. Öylesine bir görselliği vardı ki oyunun kendi dönemini ele alırsak dünya oyun tarihinin o zamana kadar ki en iyisiydi. Evet, bunu demek yanlış olmaz. Şimdi bile piyasaya yeni sürülen birçok oyundan kaliteli olduğunu göz ardı etmemek lazım.
Beklenen an gelmişti sonunda. Yeni oyun alınacaktı. Kardeşime sözümü geçiriyor olmalıydım ki Adidas Power Soccer alındı. Sonra kardeşim 1 hafta Play Station'a elini sürmediği gibi evi inletti, babamla konuşmadı.
Takip eden hafta bir gün annem evde misafirlerini konuk ediyordu. Haliyle misafirlerin çocukları da eve gelecekti. Tam biz misafirlerin çocuklarıyla Play Station oynarken kapı çaldı. Babam kardeşimi çağırdı. Ben de kendisine söyleyip odaya geri döndüm. Kardeşim odaya döndüğünde zıplıyor, hopluyor, sevinçten çıldırıyordu. Evet, elinde Crash Bandicoot'un cd kutusunu tutuyordu. Daha fazla ayıp etmek doğru olmazdı kendisine. Play Station'un başında efendi efendi oturan ve heyecanlı bir futbol maçı yapan iki misafir çocuğunu umursayacak değildim herhalde. Kaba bir hareketle ellerinden joystickleri aldım ve oyunu kapattım. O anda bana küfür etmelerinin ya da ağlayıp zırlamalarının pek bir önemi yoktu. Kardeşim artık mutlu olmalıydı, beklememeliydi daha fazla.
Ve başladı oynamaya... Demo cdsinde oynarken konsol kendisine sadece ilk bölümü oynaması için izin veriyordu. Artık kaçıncı bölümde olduğunu hatırlamıyorduk. Bölümleri teker teker geçerken. Çocuk odasına dolan onlarca misafir çocuğu heyecanla oyunu takip ediyordu. Hatta ellerinden joysticki alıp oyunlarını yarım bıraktıklarım bile. Teyzemin kızı vardı bir de. Benden bir buçuk yaş büyüktür kendisi. Demo cdsinde oyunun kardeşimle beraber iki müdaviminden biriydi. O günün akşamına kadar ikisi birlikte sırayla oynadılar. Oynamak istememe rağmen içimdeki isteğe yenilmedim ve oyunlarına dokunmadım. Ancak oyun bitip de Crash Bandicoot'un serileri çıktıkça ve onları da oynamaya başladıklarında... Kötü bir şey olmadı o zaman. Sadece aralarına ben de katıldım ve içimdeki Crash açlığını fena halde giderdim. Onlar da şaşırmışlardı tabii.
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
1 yorum:
ellerine sağlık okudum beni ekle lütfen öel konuşalım burak_mrc@hotmail.com çok iyi anlattın bu oyunu seviyorum çok sağolll gerçekten iyi anlattın
Yorum Gönder