22 Ağustos 2008 Cuma

Léon: The Professional




80'lerin sonunda, 90'ların başında çocuk olan insanların unutulmazları bir başkadır. Hele bir Parliament Sinema Kulübü vardı ki sormayın gitsin. "Parliament Pazar Gecesi Sineması'nı sunar/sundu"... Fonda çalan Linda Ronstadt vokalli All My Life vardı bir de... O dönemde çocuk olan her insanın duyduğu ilk yabancı parçalardan olma özelliğini taşır. Çok da güzeldir. Star TV'de yayınlanan Parliament Pazar Gecesi Sineması'nın bir tek kötü yanı vardı bizim için, ki o da isminde gizlidir. Rahatlıkla tahmin edebileceğiniz üzere bu yayın pazar geceleri olurdu. Haliyle ertesi gün dersbaşı olurdu, anne mutfaktan elinde bir bardak sütle gelirdi, sonra filmi en heyecanlı yerinde bırakıp yatağın yolunu tutardık. Uyuyabilir miydik ama? Mümkün değildi. Başımız yastıkta, filmin sonuna yazılan binbir türlü senaryo... Ertesi sabah güç bela kalkıp okulun yolunu tutardık. Sınıf arkadaşlarımıza teker teker sorardık ama sonuç hep düşkırıklığıydı. Hepsinin de kaderi bizimkiyle aynı olurdu. Bir gece önceki filmin sonunu getirebilen bir Allah'ın kulu da mı olmazdı?
Star TV'nin verdiği ve bizim her fırsatta yarıda bırakmak zorunda kaldığımız filmlerin büyük bir kısmı Luc Besson imzalı olurdu. Derinlik Sarhoşluğu ve Beşinci Element'i kaç kez yarıda bırakmışlığımız vardır. Yıllar sonra o zamanlar kaçırdığımız filmlerin hepsini istediğimiz ölçüde seyretme fırsatımız oldu tabii. Fakat çocukluk dönemimizdeki heyecanı hep aradık.
Parliament Pazar Gecesi Sineması'nın değişilmezlerinden bir tanesi de Léon: The Professional'dı. Yine bir Luc Besson filmiydi. Ardımda bıraktığım yıllara omuz hizamdan şöyle bir bakınca rahatlıkla söyleyebiliyorum ki Leon'u o yıllarda yarıda bırakmak aslında hep benim/bizim lehimize olmuş. Filmdeki uygunsuz sayılabilecek nitelikte olan pek çok sahne makaslanıyor ve efsane replik/sahne bakımından doktora yapmış olan bu filmin içine ediliyordu. Yıllar sonra Leon: Aşkın Gücü'nü yönetmenin kurgusu (Director's Cut) ile tekrar seyredince insan bunu daha iyi anlıyor.
2 buçuk sene evvel filmi ilk kez baştan sona izlediğimde son sahnenin ardından akan gözyaşlarım pek çok şeyi anlatıyordu aslında. Anlattığı şeyler bile öylesine derindi. Dün gece DVD'yi yeniden oynatıcıya taktığımda her sahnenin hafızamda - daha önce bir kez izlemiş olmama karşın - hâlâ yerli yerinde duruyor olduğunu gördüm. İlk ve tek izleyişimde bu denli içine düşmüşüm belli ki. Leon bir aşk hikâyesi sayılabilir, fakat basit bir tabirle aşk deyip de geçilemeyecek türden bir hikâye aynı zamanda. B"aşk"a bir şey işte...
Leon henüz 19 yaşındayken geleceğini kesin bir çizgiyle belirlemiş bir adamdır. Onun öyküsü acıklıdır, fakat kimse bilmez. Çünkü az konuşur, konuştuğu insanlar ise genellikle sesini son kez duyanlar olur. 19 yaşında iken sevdiği kızın babasını intikam için öldürdükten sonra geriye dönüş için bileti yoktur. Yazgısı bağlanmıştır artık. Geride bıraktığı yılların ardından her haliyle kusursuz bir tetikçi olmuştur. Çıt çıkarmadan kurt gibi avını takip eden, kurbanını fare gibi köşeye sıkıştıran ve gerçekleştirdiği infazın ardından peşinde bir iz dahi bırakmadan ayrılan bir adamdır. Bir de Mathilda vardır... Kendisi Leon ile aynı apartmanda babası, 4 yaşındaki kardeşi, üvey annesi ve üvey ablası ile yaşamakta olan 12 yaşında bir kız çocuğudur. Her gün karşılaştığı Leon kendisine son derece tuhaf, bir o kadar da çekici gelmektedir. Mathilda'nın babası ise Narkotik Şube Müdürü sorunlu Stansfield ile bir uyuşturucu meselesi yüzünden sıkıntı yaşamaktadır. Bir öğlen, Mathilda marketten aldıkları ile evine döndüğünde ailesinin katledildiğini görür. Çaresizce Leon'a sığınır. O andan itibaren Mathilda için zaman intikam için akmaktadır. Babası, üvey annesi ve üvey ablası çok umrunda değildir. Ancak henüz 4 yaşında olan kardeşinin kaybı onu derinden sarsmıştır. Mathilda ile tanışana kadar hayatına hiçkimseyi sokmamaya yemin etmiş Leon ve tüm çılgınlıklarına rağmen masumiyetini o ana kadar korumayı başarmış Mathilda'nın öyküsü ise bu andan itibaren başlar. Mathilda, Leon'dan alacağı intikam için kendisini eğitmesini ister. İcra ettiği meslek itibariyle bir gözü açık uyumak zorunda olan Leon'un ise artık koruması gereken bir can daha vardır.
1994 yılında beyazperdeye giren Leon, yönetmen Luc Besson'un en iyi filmi olarak işaret edilir. Benim kanım da bu yöndedir. İmzasını taşıyan Le Grand Bleu, Taxi, Transporter ve The Fifth Element gibi yapımlarla da işinde ne kadar başarılı olduğunu ispatlayan yönetmenin zirve noktası Leon'dur.
Filmde Léon karakterine can veren isim ise Luc Besson'un değişilmezlerinden olan usta oyuncu Jean Reno'dur. Sinemaseverlerin çok yakından tanıdığı Jean Reno, yine pekçok izleyici tarafından beğenilmeyen bir aktördür. Bana sorulacak olursa da sinemanın en iyilerinden biridir. Le Grand Bleu, Nikita, The Crimson Rivers gibi filmler bence kendisinin ne kadar yüce bir oyuncu olduğunu anlamak için yeterlidir. Leon'da ise kariyerine tavan yaptırmıştır. Seri katil olmasına karşın, içinde her daim iyi bir yan bulunan bir karakterin altında ustalıkla kalkmıştır.
Filmin bir diğer ağırtopu ise benim hastası olduğum aktör Gary Oldman'dır. Stansfield rolünde izlediğimiz aktör özellikle filmde hap yuttuğu sahnelerde izleyene "Yürü be" nidaları attırabiliyor.
Filmde Jean Reno ve Gary Oldman gibi muhteşem isimlerle aşık atan ve ilk oyunculuk deneyimi olmasına karşın, zaman zaman performansını onların bile üzerine çıkarmayı başaran biri isim de var. Bu kişi Mathilda'yı oynayan, şimdilerde Hollywood'un kendine has güzelliğiyle öne çıkan ismi, Nathalie Portman. Portman henüz 12 yaşında iken Mathilda rolü için seçmelere katılıyor ve sergilediği performans diğer adayların izlenmesini dahi gerekli kılmıyor.
Filmin o meşhur "soundtrack"inde Sting şöyle der; "If I told you that I loved you, you'd maybe think there's something wrong. I'm not a man of too many faces, the mask I wear is one"... Bir kumarbaz hakkında yazılmış sözler filmin anakarakterlerinden olan Leon'un üzerine de cuk diye oturmuştur. Filmi izleyenler bilir. Leon işinde son derece uzman biridir. Kadınlar ve çocuklar dışında kalan herkesi mevki ayrımı dahi yapmadan, düşünmeden öldürür. Fakat bu sertliğin altında her daim bir yumuşaklık olduğunu görüyorsunuz. Leon her öğün bir bardak sütünü yanından eksik etmeyen, birçoklarına göstermediği merhameti saksıda beslediği çiçeğine gösterebilen bir adamdır. Hakedene hakettiğini verir aslında. Tek bir zayıf noktası vardır ki onu da sadece 12 yaşındaki bir kız bilir. Zaman geçer... Kusursuz katil ve masum kız birbirlerine öylesine bağlanırlar ki artık kaybedecekleri tek şey birbirleridir. Ayrıca Sting, Shape of my Heart'ın bir bölümünde de şu şekilde seslenir: "He doesn't play for the money he wins, he doesn't play for respect"... Leon'un yaptığı da tam olarak budur zaten. Aldığı görevleri layıkıyla yerine getirdikten sonra hakettiği paranın sadece işine yarayan miktarını kendisine alır. Geri kalanı ise işverenine saklaması için bırakır.
Leon: The Professional için söylenebilecekler çok fazla aslında. Sinema tarihinin en akılda kalıcı repliklerini ve sahnelerini içinde barındırır. Şarkıcı Sting'in de bu filme büyük katkısı vardır. Mathilda'nın finali yaptığı sahnede çalmaya başlayan ve cast'in sonuna dek süren Shape of my Heart sanki bu film için yapılmıştır. Öyle ki cast'i bitirmeden kalkamazsınız bile başından. Tüyleriniz diken diken olalı pek bir zaman geçmemiştir. Masum olanın masumiyetinin bozulmayışına sevinirsiniz bir yandan. Leon birdenbire sonuna ağladığınız filmler içinde en güzeli oluverir. Hatta "İzlediğim filmler içinde en iyisi buydu" bile diyebilirsiniz. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra bile bu dediğinize pişman olmadığınızı görüp sevinirsiniz. Neticede, Leon: The Professional'ı izlemeden ölmek büyük kayıptır.

4 yorum:

beenmaya dedi ki...

ne güzel oldu o yıllara çok güzel bir filmin eşliğinde gitmek...

Adsız dedi ki...

Yazınız şurada kaynak gösterilerek kullanılmıştır. Bir sorun teşkil ederse kaldırılabilir.

İletişim için; http://www.amaney.com/forum/iletisim-formu/

Anıl dedi ki...

Herhangi bir sorun teşkil etmiyor.

Adsız dedi ki...

Teşekkürler.