İnsanoğlunun alışkanlıklarından vazgeçmesi hiç de kolay değildir. Öyle ki bu durumun imkân dahilinde bile olmadığını söylesem, kimsenin de itirazı olacağını zannetmiyorum. Yunan şair Kavafis şarkılara dahi konu olmuş o meşhur şiirinde şöyle seslenir; "Yeni bir ülke bulamazsın, yeni bir şehir bulamazsın, bu şehir arkandan gelecektir". Demek istediğim... İster tavırlarınızı baz alın, isterseniz de bir şeylere olan bağlanıp kalma duygunuzu... Pek bir farkı yok. Herhangi bir durumda herhangi birisinden vazgeçmeniz kolay değildir. Çünkü içinize işlemiştir ve benliğinizin bir parçası olmuştur. Bunun izlerini bir roman karakterinde arasak hiç kuşkusuz ilk işaret edeceğimiz Goethe'nin Werther'i olur.
Werther şehir hayatının yorucu akışından ve bilhassa monotonluğundan bir hayli sıkılmış bir gençtir. O yaşına dek tanık olduğu her şeyi geride bırakmak ve deyim yerindeyse kendi sıradanlığının ötesine yelken açmak istemektedir. Tüm bu arzuların pençesinde rüzgâr onu kırsal kesime götürür. İlk bakışta kendisinin isteği de bu yöndedir. Fakat aradan zaman geçtikçe, kendisi farkına varamasa da, baktığı/gittiği/duyduğu her şeyde geçmişini aramaktadır. Bir başka deyişle de alışkanlıklarını... Her gün geçtiği köy çeşmesinin önünde su toplamak için sıraya girenleri gördüğünde içinin hoş olması ayak uydurmaya çabaladığı yeni ortamın sadeliğinden değildir aslında. Bunun açıklamasını görmek istenilen nesneye görmek istediğimiz gibi bakıyor oluşumuza yorabiliriz pek tabii.
Johann Wolfgang von Goethe... Alman edebiyatının bilinen en ünlü isimlerinde olan yazar Genç Werther'in Istırapları'nda kendi yaşadıklarını aktarmıştır aslında. Werther başka bir yüz, başka bir kimliğe bürünmüş Goethe'nin yansımasıdır bir bakıma. Goethe'nin yaşadığı karşılıksız aşk sonrası kendi iç çözümlemesinin sayfalara dökülmüş hâlidir bu eser. Ve okuyanlar bilir... Werther alışık olduğu kent yaşamından kopup geldiği yerde bile gelirken cebinden düşürdüğü ekmek kırıntılarının peşinde dönüp durmaktadır. Yerel halk ile pek yüzgöz olmaması ve ilişkilerini daha çok az sayıdaki savcı, vali, kont, papaz ve benzeri yüksek mevki sahibi insanlar ile kurmaya çabalar. Kısa sürede kendi yerleşkesini edinip bir uşağa sahip olması bile bu düşüncenin adeta bir kanıtı gibidir. Sonraları Werther'in karşısına çıkan ve kitap boyunca aranan çözümü kendisinde saklayan Charlotte'de de Werther en yoğun aşkı yaşar. Burada dahi Werther'in bulunduğu yerdeki herhangi bir kıza değil de, hatırladığım kadarıyla, savcı kızı olan Charlotte'ye aşık olmasının nedenleri yukarıda belirttiğim çizgiye paralel olarak yanıt bulur. Werther içinden çıkılması güç olan arayışının Charlotte ile son bulacağına onu ilk görüşünde inanır. Mümkündür ki Werther'in aşkının fiziksel değil, son haddinde mantıksal olduğu iddia edilebilir. Çünkü ilk bakışta Charlotte, Werther'in geldiğinden beri dolduramadığı boşluğu doldurabilecek tek insan olarak görülmektedir. Bir başla deyişle, Werther'in ayna üzerindeki yansımasıdır Charlotte. Genç aşık kalbini kaptırdığı kadında kendine has umutları, arzuları ve daha da önemlisi dünya görüşünü görür. Yaşadığı yeni mekanda tüm bu özellikleri bir bayrak taşıyormuşçasına en ön sırada ve en yukarıda ilerleten kişidir Charlotte onun gözünde. Yine de duyguların belki de en acısı olan, elde edememenin getirdiği hayalkırıklığı, tüm bunların önüne geçecektir. Bunun nedeni ise elbette ki Charlotte'nin bir nişanlısı oluşudur.
Kitap bu öykü üzerine kuruludur ve anlattığım kısmın devamında Werther'in çaresizliğinin kendisini bekleyen umutsuz sona doğru ilerleyişini, Werther'in şehirdeki en yakın arkadaşı olan Wilhelm'e yazdığı mektuplarda okuruz. Aşka düşen insanın ve hele ki bu durumda çaresizliğin aklı baştan götürmesi Werther'i ve çevresindekileri ıstıraplara sürüklediği kadar Werther ile aynı kaderi paylaşan birçok okuru da romanın başkahramanı kadar etkilemiştir. Bu okurların akıbeti, bir dönem Türkiye'de parlaması ile sönmesi aynı ana tekabül eden bir rock müzik sanatçısının "Bu akşam ölürüm ve beni kimse tutamaz" mottolu şarkısını dinleyen birkaç gerizekalının akıbetine denk düşmüştür. Henüz okumamış olanlar için belki de kitabın en kilit noktası hakkında - farkında olarak - ipucu vermiş olabilirim. Ve evet, Werther tüm bu ıstıraplarından kurtulabilmenin tek yolu olarak, Nasreddin Hoca misali, kendi kıyametini yaratmayı görüyor. Çünkü ona göre sevdiği kadını, hayattaki karşılığını, bir başkasının kollarında görmek ve ona bir kez olsun bile sarılamayacak olmak acıların en büyüğü ve bu acıya gelecek olan ilaç da akılsız başına sıkılacak tek bir kurşun.
Benim fikrim... Werther'in de kendisine uyanlar kadar gerizekâlı olduğu yönündedir... Hani burada "Hayat kısa değmez bir kıza/adama" edebiyatı yapmayacağım elbette ki. Werther'in bozulan, ya da zaten bozuk olan, kişiliğinden dem vurmak daha makul görünüyor. Öyle ki artık sadece aşk konusunda değil, girdiği her tartışmada dahi en mantıksız düşünceleri en ahlaksız düşünceleri savunan bir avukat misali savunduğunu görürüz. Karşılaştığı zorluklardan bunalmış bir insanın çareyi intiharda bulması ve dolayısıyla savaşmaktan kaçması ona son derece doğal görünür mesela, ya da iki masum insana kurşun yağdırarak onların yaşama hakkını ellerinden alan bir adamı haklı görür, gerekçesi ise "yaptıysa vardır bir nedeni"dir... Kitabın yazarı Goethe artık bir paradoksa dönüşen aşkı yüzünden intihar etmiştir. Hemen "Goethe intihar etmedi" diye çıkışmayın bana. Goethe intihar etmiştir. Genç Werther'in Istırapları, bence Goethe'nin intiharıdır. Kendi yansıması olan Werther'i tek bir kurşunla yere sermiş ve iki aşkı birden ortadan kaldırabildiğini sanmıştır.
---------------------------------
KİTABI OKUMAMIŞLARA NOT, VE OKUMAK İSTEYENLERE: Şimdi bu not şöyle bir not olacak... Size bir tavsiyede bulunacağım. Henüz kitabı okumamış olabilirsiniz ve yakın bir zamanda - belki de gayet uzak bir zamanda - Die Leiden des jungen Werthers'i (ki bu eserin kendi dilindeki adı oluyor) okumak yapmış olduğunuz planlar dahilinde olabilir. Hah, işte doğru yerdesiniz. Kitabın Türkçe çevirisini okuyacaksanız alacağınız baskı Antik Batı Klasikleri'nden çıkan olmasın. Ben öyle yaptım ve pişman oldum. Kitabın Almanca baskısında nasıl onu bilemiyorum, ancak söz konusu yayınevinin piyasaya sürmüş olduğu baskıda yapılan çeviriler son derece rahatsız edici (en azından beni). Hemen hemen iki sayfada rastlamanın mümkün olduğu "Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla", "Ey kudretinden suâl olunmayan Allah'ım", "Allah'a emanet ol" gibi çevirilerden bahsediyorum. Adamların "God"unu bizim, "Tanrı" olarak çevirmemiz gerektiğini geçtim; yukarıda saydığım cümleler birebir anlamıyla varsa ben bu notu afiyetle yerim.
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
7 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder