İki insan... Çok sıkı olabilir bazen bağları. Dostluktur adı. Karşılık beklenmez. Yaptıkları her şey birbirleri içindir. En zor anlarda sırt sırta verebilen insanlardır bunlar. Dayak yenecekse de birlikte yerler, mücadele edilecekse de birlikte ederler. Biri bir diğeri için çamur bile yiyebilir. Yeter ki o istesin.
Bu tip ilişkilerde hayal kırıklarının yaşanma olasılığı pek yüksek değildir. Ancak dünya hâli bu... En sıkı bağların bile kopmasına yetecek güç elbette vardır. Bu güç gün yüzüne çıktığında araya ayrılıklar girer. Hiçbir zaman aklın ucundan dahi geçirilmeyen ayrılıklardır bunlar... İsteyen "Kader böyle emretmiş" yorumunu getirerek olaya, işin basit yönüne kaçmaya çabalar. Bir başka isteyen de aşırı sadakatin bir getirisi olarak ceza çekmekte olunduğu yorumunda bulunur. Fakat araya giren her ayrılığı nihayete erdirme yetkisi de bize kalmıştır. Geçmişte yaşanan tatsızlıkların nedeni ne olursa olsun, fani dünyada nefes devridaimi yapıyor oluşumuzun bir gereği olarak unutulması gereken şeyler vardır eskiye dair. Ve daima, ama daima, işleri yoluna koymak, yeniden bir araya gelmek için bir yol bulunur.
Afganistan'da monarşinin çöküşünün giderek yaklaştığı yıllar... Son derece zengin Afgan bir işadamının oğlu Amir ile hizmetçilerinin oğlu Hassan'ın su sızmayan dostluğu... İki çocuk ağa-hizmetçi farkına inat son derece yakın arkadaşlardır. Amir'in korkak ve beceriden yoksun oluşu, sadık dostu ve hizmetçisi Hassan tarafından ustalıkla kapatılan noksanlıklardır. İki çocuk Kabil'deki günlerini uçurtma dövüştürerek, Amir'in parasıyla sinemada bulunan aynı filme tekrar tekrar giderek geçirmektedir. Fakat Hassan bir Hazara'dır ve bu ırksal olarak aşağılanması için yeterli bir sebeptir kimilerince... Bir grup çete küçük Hassan'a dostu Amir'e olan sadakatinin ve bilhassa Hazara oluşunun bedelini ağır ödetir. Tüm bunlar olurken Amir gizlendiği duvarların arkasından olup bitene şahit olur, korkusuna yenilir ve dostu aşağılanırken ortaya çıkamaz, Amir ile Hassan'ın yolları ayrılır derken ülke Sovyet işgaline uğrar ve Amir babası ile birlikte ülkeden kaçarak Kaliforniya'nın yolunu tutar. İlk perde böylece kapanır... Aradan yıllar geçer. Milenyum henüz geride kalmıştır. Amir üniversiteyi bile bitirmiş ve başarılı bir yazar olma gayesinde hızla ilerlemektedir. Ülkesinden ayrıldığı günden itibaren Amerika'da yaşamaktadır ve bundan son derece de mutludur. Fakat yüreğinin en acı yerinde taşıdığı Hassan'ın özleminin büyüklüğünden yıllar hiçbir şey eskitememiştir. Tüm bu zaman dilimi içerisinde bir zamanlar özgür uçurtmalarını gökkubbe altında dans ettirdikleri ülkeleri aşırı İslamcı Taliban'ın yönetimi altına girmiş ve yaşanılacak bir yer olmaktan çıkmıştır. Bir gün Kaliforniya'da çalan bir telefon geride bırakılan onca yılın ardından Amir'i Afganistan'a çağırır. Ülkesinin cebelleşmekte olduğu zor durumun içine doğru çekildiğinin farkında olmasına karşın Afganistan'a geriye dönmekten başka bir çaresi olmadığını kavrar. Çünkü, küçüklüğünden beri peşini bırakmayan korkaklığa rağmen, dargın ayrıldığı sadık dostu Hassan'a olan vefa borcunu ödeyebilmesinin tek yolu budur. Arkadaşlar birbirleri için gerektiğinde imkânsızı dahi başarmak için vardır ve Amir de yolunun bu doğrultuda çizildiğinin farkındadır.
The Kite Runner uzun yıllar Amerika'da yaşamış bir Afgan olan Khaled Hosseini'nin ilk romanıdır aslında ve ilk yayın tarihi de 2003'tür. Kendisinin yıllarını Amerika'da harcamış oluşunun izlerini de eserinde açıkça belli ediyor. Amerika candır, canandır anlayışı hâkim. Hoş, tüm bunları filmde de görmek mümkün. Aslında bunları aktarabilmem için biraz da "spoiler" vermem gerek. Vermeyeceğim tabii. Ancak bir yerlerde ifa edilen şeriat kanunlarını izleyicinin gözlerine sokarak o yeri "tu kaka" göstermek, "Fuck the Russia" propagandasını üstü kapalı ancak bir hayli açık şekilde izleyicinin/okurun gözlerine sokmak, siz bir yerlerde insanları mermi manyağı yaparken biraz komik duruyor. Amerikan rüyası da böylelikle her gün kafaların kesildiği yerlerden uzakta, kendilerine tahsis edilmiş ayrı odalarda kuş tüyü yastıklarında uyuyan çocuklar üzerinden gerçekleştirilemiyor. Ancak yine de birçok yerde gördüğümüz üzere yine de "God Bless America" yaniii...
Buraya sonra yine döneceğim... Filmin künyesine çevirelim kameralarımızı. En iyi müzik dalında Oscar'a aday olan 2007 yapımı bu film, ayrıca BAFTA ve Cannes'da büyük ödül için de yarıştı. Fakat hiçbirinde de ödüle sahip olamadı. Çok da mühim değil aslında. Bir insan gönlünde yer veriyorsa bir filme kaybedilen taş parçalarının pek de önemi olmasa gerek.
Romanı kadar övgü alan filmin orkestra şefi Marc Forster. Kendisini kanıtlamış yönetmeni Stranger Than Fiction ve özellikle Finding Neverland gibi yapımlardan biliyoruz. Finding Neverland'in meyvelerini yemeye devam ediyordu ve artık isteyince neler yapabileceğini göstermesinin vakti gelmişti. Uçurtma Avcısı ile cepten yeme alışkanlığından vazgeçtiğini kanıtladı.
Film için seçilen oyuncular da izleyiciyi hayâlkırıklığına uğratmıyor. Özellikle anakarakter Amir'in aksine önplana çıkan ve izleyeni büyüleyen iki isim var ki bahislerini etmeden geçmek saygısızlık olur. İlki benim ilk kez Ta'm e guilass'da izleme fırsatı bulduğum İranlı karizma aktör Homayoun Ershadi. Kirazın Tadı'ndaki performansına şahitlik ettikten sonra "Bu adamı daha fazla filmde izlemeliyim" diye inlediğimi hatırlamakta güçlük çekmiyorum. Kısa bir süre sonra kendisini bir Amenabar filminde göreceğiz ki bu bile heyecanlanmak için yeterli bir sebep.
Hakkında dil dökülmeyi en çok hak eden oyunculardan bir diğeri ise Hassan'ı oynayan Ahmad Khan Mahmoodzada. Pek çok film izledim ve pek çok çocuk oyuncunun performansına şahitlik ettim. Rahatlıkla söyleyebilirim ki hiçbirinde yansıtması gereken duyguyu bu denli yoğun oynayan bir çocuk oyuncuya rastlamadım. Amir'in en sıkı dostunu oynayacak ancak yine de onun hizmetçisi olduğunu unutmayacak... İçinde bulunduğu sefalet yüzünden okunacak... Tüm bunları 1994 doğumlu ve ilk kez kamerayı karşısına alan bir oyuncudan beklemek gerçekten inanılmaz. Yüzündeki hüzne ve sırf arkadaşını düşündüğü için maruz kaldığı utanca tanık olduğumda gözlerimde bir damla yaş bırakmayı başarmıştır bu arkadaş. Keşke yapımcılar ve yönetmenler bu çocuğu daha fazla filmde izletmek için sıraya girse.
Her şeyi bir kenara bırakayım... İçerdiği tüm Doğu'yu kötüleme ve Rusya'nın yaptıklarını aşağılama çabalarına, hatta ve hatta yoğun işlenen Amerikan propagandasına karşın çok kaliteli bir hikâye The Kite Runner ve beyazperdeye aktarılışı da kusursuza yakın. Öyle ki son dönemde izlediğim en etkileyici yapım olduğunu söylesem çok da samimi bir yorumda bulunmuş olurum. Filmlerde ağlayan biri değilimdir. Gözlerimin dolması ise çok enderdir. Gözlerimi dolduran ender filmlerden biri de Uçurtma Avcısı'dır. İzlenmesi izlememiş olan bünyelere şiddetle tavsiye edilir.
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
7 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder