"Kahpe Yunan senin düşmanın" ya da "Hain Ermeni'den dost olmaz"... Ağızdan çıkması çok kolaydır. Herkesi düşman bellemişizdir. Güvenip durduğumuz, okutmaktan gurur duyduğumuz tarihe karşı aldığımız ağır yenilginin yüzümüze vuran apaçık yansımasıdır aslında bu. Öyle öğretilmiştir bize, suç bizim değildir yani. Ancak hiç bize bahşedilen beyni kullanma yolunu seçmemişizdir. Başkalarının dayatmalarını koyun gibi takip etmişizdir. Başımıza lider ettiğimiz insanlar oturdukları tahtları kendi fantazilerine alet etmişlerdir. Onların aldığı kararlar halkları karşı karşıya getirmiş, birbirlerini bir kez dahi görmemiş olan insanlar nedenini bile anlamadıkları bir şekilde birbirlerine karşı düşman ilân edilmişlerdir. Savaşa neden olanlar kıçlarını koltuk ısıtmak için kullanırken, gencecik insanlar ölüme gönderilmiştir. Bir sabah kapı çalar. Alıp götürürler sizi. Nereye gittiğinizi bile sormaya vaktiniz olmaz. Sorabilseniz bile fayda etmez. Götürüldüğünüz yerden kaçışınız mümkün değildir. Yürekleriniz milli gururla doldurulur... Bir kez dahi görmediğiniz, başka bir ortamda tanışma fırsatı yakalasanız belki de çok yakın arkadaş olabileceğiniz insanlara kurşun sıkmaktır göreviniz. Devletlerin uyguladığı politikalar sonucu halklar birbirine düşman ediliyor. Kimse de "Benim suçum ne! Geçmişin hesapları beni neden Yunan ile, Fransız ile, İngiliz ile düşman etmek zorunda?" diye sormuyor ki savaş ortamları günümüzde yaşanmaya devam ediyorsa bunun en önemli sebebi budur.
1930 yapımı bir film Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok. Anlatmak istediklerinin ise yaşanan savaş ortamında dahi yukarıdakilerden farkı yok. Birinci Dünya Savaşı'nda gencecik insanların gözlerinin savaş ile nasıl da boyandığını gözler önüne seriyor. Film yaşları 16-17'yi geçmeyen bir grup Alman öğrencinin, Birinci Dünya Savaşı'nın henüz başında, dersleri sırasında eski asker olan öğretmenleri tarafından beyinlerinin yıkanması ile başlıyor. Ders boyunca "vatan millet Sakarya" edebiyatı yapan öğretmen en nihayetinde gençlerin beyinlerini kukla misali kontrol etmeyi başarır. Öğrenciler gönüllü olarak cepheye giderler. Film boyunca hayatlarında bir kez dahi silaha dokunmamış gençlerin cephede yaşadıklarını yine öğrencilerden biri olan Bäumer'in gözünden izleriz. Zaman geçtikçe öğrencilerin yanlış yerde bulunmayı kavradıklarına şahit oluruz, fakat geri dönüş yoktur.
Son zamanlarda çekilen ve gerek gişede yakaladıkları başarı gerekse sinemaseverlerin gözünde topladıkları beğeni ile sinema tarihinde belli bir yer edinmiş birçok mesaj kaygılı savaş filminin aksine, All Quiet on the Western Front savaşı sözde değil özde lanetleyen filmlerin başında geliyor. Hiç kuşku yok ki bu durumda filmin çekildiği zamanın önemi çok büyük. İnsanın bir şeyi gerçek anlamda lanetleyebilmesi için o şeyi gerçekten yaşamış olması gerekiyor ne de olsa.
1930 yılının son ayların gerçekleştirilen 3.Oscar Ödül Töreni'nde en iyi film ve en iyi yönetmen dalında bu ödüle sahip olmayı başaran yapımın ödül sahibi yönetmeni ise Lewis Milestone. 1980 yılında yaşamını yitiren yönetmen ilk Oscar Ödül Töreni'nde bahsi geçen ödüle Two Arabian Knights isimli filmiyle de sahip olmuş.
Filmdeki oyunculara değinecek olursak... Oyuncular içinden tanıdık isme rastlamak pek mümkün gibi gözükmüyor. Tanıyan varsa bile bunlar sinefillerden başkası olamaz. Filmi izlerken oyunculukların basitliği hemen göze çarpıyor. Ancak tabii ki bundan 80 yıl öncesi ile günümüzü kıyaslayacak değilim. Hepsi de o dönemin şartları içinde ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar. Başkahraman Bäumer'i oynayan Lew Ayres ve cephedeki gençlere tecrübesiyle yardım eden asker Kat Katczinsky karakterine hayat veren Louis Wolheim gerçek anlamda diğerlerinden sıyrılan oyuncular. Öyle ki Wolheim'in o dönemde sergilediği performansı günümüzde aktör adıyla dolaşan birçok isimde görebilmek imkân dahilinde değil. Filmi izleyene dek adını bile duymadığım bu adamın oyunculuğuna film boyunca hayran kaldım.
Filmde beni hayrete düşüren bir diğer husus da patlayan mayınların ya da düşen bombaların beyazperdeye ne denli gerçekçi yansıtılmış olmasıydı. İddia ediyorum ki bu filmdeki tekniği henüz herhangi bir Türk filminde görmek mümkün değil. Neticede her bünyenin rahatlıkla sonunu getirebileceği bir film değil Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok. Ancak dönem ayırt etmeksizin her filmi izleyebileceğini düşünenler için 128 dakikalık bir güzellik. Filmi izlerken taşınıp durduğunuz düşünceler de bir garip etmiyor değil insanı. Günümüzde bu filme ulaşmak pek kolay olmasa gerek. Yine de DVD arşivinin bol olduğu mağazalarda uygun fiyata DVD'sine ulaşmak mümkün.
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
7 saat önce
4 yorum:
Kaç tane dividin var senin?
Say ve bana bildir lütfen :)
Var işte biraz :)
Bir edebiyat uyarlaması "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" Erich Maria Remarque'nin aynı adlı eserinden. Bu isim bana hüzünlü sesini sevdiğim Marlene Dietrich'i hatırlatır hep. Büyük aşklarını bir de...
Tabii ki öyle :)
Belirtmeyi unutmuşum. Haliyle bilgi için teşekkür ederim.
Bununla birlikte bir edebiyat uyarlaması olduğu kadar hayatın kendisinin de uyarlaması olduğunu söylesek yanlış olmaz sanırım. Baksanıza, hâlâ Doğu'da da Batı'da yeni bir şey yok. Aynı olan şey ise savaşın ta kendisi.
Yorum Gönder