4 Temmuz 2008 Cuma

Hayat Çok Yakışıyordu Sana

Ölümün yakışmadığı insanlar vardır. Her gördüğünüzde zamanın sonuna dek hayatlarından, neşelerinden en ufak bir şey kaybetmeyeceğini düşünürsünüz. Hayat afili bir takım elbise gibi yakışıyordur üzerine, gülmek de… Onu her gördüğünüzde yaşamın aslında güzel olduğunu düşünürsünüz. Hep öyle gitmez tabii. Külkedisi misali kara zaman çalınca saatin gongunu anlarsınız bir şeylerin ters gittiğini. Tüm büyü söner, ışıklar da; perde iner ve sahne kararır. O üzerine çok yakışan takım elbise alınmıştır ellerinden. Karanlığın orta yerinde çırılçıplaktır. Kendisine en çok yakışan şey, yani hayatın ta kendisi, ondan alınmıştır. Halbuki daha çok erkendir. Yakışmayan da budur.
İnsanlar çok garip yaratıklar. Yerli yersiz gülerler, ağlarlar. Başkasının derdi bizi gerçekten çok gerer pek çok zaman. Ölümlere ağlanır. Dünyanın her yerinde böyledir. En nefret edilen insanların bile cenazesinde ağlayanları illa ki görürsünüz. Bir de hiç tanımadığımız, bırakın iki çift laf etmeyi yüz yüze bile konuşmadığımız, hatta bizim gibi birinin şu koca kainatta oksijen tükettiğinden bile bihaber olan insanlar vardır. Onlar bizi tanımıyordur ama biz onları iyi tanıyoruzdur. An gelir eşya tabiatına yenilir. Eşyanın yaratıcısı alır yanına o insanı. Biz ağlarız. Üstelik tanışmamışızdır bile, ama ağlarız. Ölümlere ağlamak için bir neden aramak mantıklı mı ki? Ya da şu durumda mantıklı düşünebilmem için uygun bir ortam var mı? Barış’ın bittiği yerde mantık aranır mı? Koyulur gözyaşları alabildiğine… Tekere sokmak için günlerce uğraşılan ama bir türlü girmemekte direnen lanet olası çomağa okkalı bir küfür sallanır.
Onu ilk kez Akademi Türkiye isimli yarışmada görmüştüm. Televizyon ekranlarını bir sirkten farksız kılan yarışma programlarının reklam arasına sıkıştırıldığı günlerin henüz başıydı. O sirke para ödüyorduk, izlemeden gitmek de olmazdı. Perde kalktı, Barış sahne aldı. Büyünün başladığı an o andı. Uzun siyah saçlı, sürmeli gözlü… Bir diğer Barış 1999’un kış aylarında aramızdan ayrıldığında çaresizlik içinde yerine koyacak birilerini arıyordum. Müzikten pek anlamam ama o akşam Barış’ı gördüğümde demiştim, ismi bile uyuyordu hem. Yarışmayı malum sonla noktaladıktan sonra önce albümlerini bekledim. Geldi. Sonra hediye kutusu açıldı, oyunculuğunu da gördük. Uzun zaman sonra sayesinde bir dizi bile izlemeye başlamıştım.
En nihayetin sıcak bir yaz günü buz kesmeme neden olan haber geldi. İnanmak istemedim. Olayın ciddiyeti ile yüzleşince her gün umutla bekledim. İyi olacaktı, olamadı. Hayatın ve gülmenin üzerine “cuk” oturduğu Barış yoktu işte. Fonda Amasra çalıyordu; “Gitmem bu gece, gidemem artık.” Ben görmesem de olurdu, tanışmasak da olurdu. Sesinle yetinmeyi bilmiştik, aynen devam ederdik. Gitmeseydin… Herkes gibi bir hikâyesi vardı ve son bulmuştu. Olmadık yerde hem de… “Tanrı sevdiği kullarını yanına erken alırmış” masalıyla uyutmaya çalıştılar bizi. Dünyaya bakıyorum şimdi. Öylesine yozlaşmış ki… Güzel şeylere rastladık mı büyük küçük demeden mutlu oluyoruz. Ya da rol yapıyoruz, öyleymişiz gibi gösteriyoruz. Neden? Tanrı geride kötüleri bırakıyor diye. Neden? Tanrı yarattığı dünyanın kötülerin elinde kalmasını istiyor diye. Bir Barışımız vardı, o da gitti. İsminle bile o kadar anlamlıydın ki! Hep geçiştirirdim, artık isyan ediyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Acı gerçek arka arkaya indirirken yumruklarını yüzüme, ayakta durabilmek için pek fazla dayanağım kalmadığını hissediyorum. Yıkıldım, yıkılacağım… Başım yere, ayaklarım gökkubbeye öylesine yakın ki! Artık inanıyorum. İnanmak zorunda bırakıldım. Gerçekten kötülere bir şey olmuyor. Hep kalanlar kötüler oluyor ve iyilerin bileti erken kesiliyor.
1 yıl oldu be Barış. Gittin gideli Amasra’yı, Aldırma’yı, Vurdum En Dibe Kadar’ı dinlerken gözümden akan iki damla yaştasın. Biliyorum, görüyorsan kızıyorsun ama elimden bir şey gelmiyor. Gözlerin, her daim güler yüzün, yaşama sevincin geliyor aklıma, kahroluyorum. Senin kadar hızlı yaşamaktan korkar oldum. Duruldum ve bombok bir yaşam sürüyorum işin aslını öğrenmek istersen. Mutluluk balonumu söndürdüm ve cebime koydum. Çıkarıp üflemeye korkuyorum.

Hayatın çok yakıştığı güzel insan, unutmadık seni!

2 yorum:

sinem dedi ki...

Bu blogda artık bir de doğumgünü yazısı bekliyoruz. Bu ne yahu, içim karardı. Ayrıca Kemal Sunal'ı atladın, ne iş?

Anıl dedi ki...

Kaybettiğimiz her güzel insan için yazı yazmaya kalksam yüreğim dayanmaz. Uzunca bir süre de yazmayacağım. Kaldı ki ben Kemal Sunal'ı her gülümserken hatırlıyorum. O yüz aklımda canlanırken bir şeyler yazabileceğimi sanmıyorum.