Öyle bir insan düşünün ki hayatını başkalarının kirli çamaşırlarını teker teker ortaya dökerek, bunları gerektiğinde şantaj malzemesi olarak kullanarak kazansın. İcra ettiği mesleğin etik olup olmadığı sorunsalı şöyle dursun, kaç insan mutluluğu başkalarının mutsuzluğunda arar ki? Özel dedektiflerin de yaptığı bir bakıma budur. Emniyet teşkilatındaki sıra dışı olmayan meslek yaşantınız gün gelip de sona ermiştir. Alacağınız emekli maaşına tamah edemezsiniz belki, belki de çalışmadan duramıyorsunuzdur ve gerekli hazırlıkların ifa edilmesinin ardından açarsınız bir ofis ve başlarsınız özel dedektiflik yapmaya. Bir bakıma rahat batıyordur bir taraflarınıza. Bir türlü anlamlandıramadığım “tutmak” fiilindedir sahne alma sırası. Birileri gelir sizi tutar. Sonraki aşama elinize büyüteci tutuşturup, varsa ayak izlerini takip etmek, gün gün saat saat müşteriye bilgi vermektir. Genelde de bir sonuca ulaşamazsınız. Aldığınız para birkaç sokak arşınlamış olmanızın ödülüdür. Hatta can adımladığınız yollar bile ödül olabilir.
Jack Nicholson hayranlığımın tavan yaptığı günlerin başıydı. O vakitler tek uğraşım piyasada Nicholson filmleri aramaktı. Bundan arta kalan zamanımı ise pek haz etmememe rağmen Los Angeles Lakers’in maçlarını izlemek suretiyle harcardım. Neden mi? Nedeni gayet basit aslında. Nicholson çok büyük bir Lakers taraftarıydı ve oyunun durduğu anlarda genellikle kameranın odak noktasıydı. Bahsi geçen günlerin birinde izlemiş olmalıyım Chinatown’u…
Beni en fazla etkileyen Nicholson filmlerinin başında gelir Chinatown. Bunda hiç kuşkusuz aslan payının yarısı da filmin yönetmeni Roman Polanski’nindir. Jake Gittes eski bir polis memuru, yeni bir özel dedektiftir. Aldığı işleri genelde fotoğraf makinesi yardımıyla yerine getirmektedir. Çünkü kanıt ve şantaj için gerekli olan en önemli alet budur. Yukarıda da belirttiğim gibi birtakım insanları içine ittiği keder kuyusunda, o adeta bir kovadır. Kuyu ne kadar çok dolarsa, o zirveye o denli çok yaklaşacaktır. İşleri son derece yerinde gitmektedir. Hiçbir zaman gün gelip de kendisinin de bizzat içinde bulunmak zorunda kalacağı bir dava alabileceğini düşünmemiştir. Bir gün ofisine isminin Evelyn Mulwray olduğunu iddia eden bir bayan uğrar ve kocasının kendisini aldattığını ileri sürer. Gittes’den isteği gayet açıktır; kocasını kendisini diğer kadınla beraber iken enselemesi. Gittes kadının kocasının kim olduğunu öğrenince bir hayli şaşırır. Çünkü kadının kocası Su ve Enerji İşleri baş mühendisi Hollis Mulwray’dir. Gittes altın yumurtlayan tavuğu ele geçirmişçesine sevinir. Çünkü içinde bulundukları dönem Los Angeles tarihinin en kurak dönemidir ve halk bunun en büyük sorumlusu olarak Hollis Mulwray’i göstermektedir. Jake Gittes kısa süre içinde başmühendisi enseler ve fotoğrafları gazetelere de gönderip fazladan bir kazanç sağlar. Birkaç gün sonra ofisine gelen bir bayan her şeyi allak bullak eder. Gittes’in ilk defa karşı karşıya geldiği bu kadın gerçek Evelyn Mulwray’dir ve Gittes’i dava ettiğini kendisine bildirir. Gittes gerçek bayan Mulwray ile karşılaştıktan sonra kendisine başmühendisi enselemesi için görev veren kadının aslında kim olduğunu merak ederken aldığı bir haber bütün olayları içinden çıkılması güç bir noktaya taşır: Hollis Mulwray bir barajda ölü olarak bulunmuştur.
1974 yılında çekilen Chinatown’un yönetmeni Le Locataire ve The Pianist gibi filmlerden tanıdığımız Roman Polanski. Polanski’nin en başarılı eserlerinden biri olarak kabul gören ve eleştirmenlerce sinema tarihinin en sürükleyici polisiyelerinden biri seçilen Chinatown almış olduğu en iyi senaryo dalında Oscar ve 3 dalda da BAFTA gibi ödüller ile tüm bu görüşlerin doğruluğunu kanıtlamıştır. Ayrıca belirtmekte fayda var ki film en iyi senaryo dalı haricinde 10 dalda daha Oscar'a adaydı.
Filmin oyuncuları içindeki en ağır top – yukarıda da bahsettiğim gibi – Jack Nicholson. Filmin ilk dakikalarından itibaren adeta tek başına filmi sürükleyen oyuncu filmdeki üstün performansı sayesinde en iyi erkek oyuncu dalında BAFTA ödülünün de sahibi oldu. Benim nazarımda Hollywood’un en başarılı ve en yetenekli oyuncusudur Jack Nicholson. Bu topraklardan çıkmış Şener Şen’in bahtlı olanıdır bir bakıma. Her zaman iddia ederim Şener Şen’in Türkiye için gereğinden fazla yetenekli olduğunu. Bundan gurur duymalıyız tabii ki ama duymuyoruz işte. Hak eden sanatçıya hak ettiği değeri vermek yerine ne idüğü belirsiz insancılar süslüyor aptal kutumuzu ve kağıt parçalarımızı. Üstüne basa basa söylüyorum ki Şener Şen bu topraklar dışında bir yerlerde doğmuş olsaydı hak ettiği değeri de alırdı, almadığı ödül de kalmazdı. Sözlerimi bağlayacağım nokta şudur ki Jack Nicholson, Amerika için çok büyük bir değer ve eloğlu sanatçılarının kıymetini çok çok iyi biliyor. Unutmadan da belirteyim, Nicholson bu filmde özel dedektif Jake Gittes karakterine bürünüyor.
Chinatown’da Nicholson’un yanında en fazla görünen isim ise Faye Dunaway. Evelyn Mulwray karakterini canlandıran Dunaway bu filmde son derece vasat bir oyunculuk ortaya koymuş. Kim bilir, belki de Nicholson’un oyunculuğu yanında kaybolmaya mahkum olmuştur.
Kitap, film ve albüm gibi pek çok aparata ulaşabilmenize olanak tanıyan mağazalarda şu günlerde önemli aktörlerin ve aktristlerin özel koleksiyonları mevcut. Bunlardan biri de Jack Nicholson koleksiyonu. Koleksiyonun içindeki filmlerden biri de Chinatown. Üstelik DVD fiyatlarını göz önünde bulundurursanız son derece cüzi bir miktara bu koleksiyona erişebilirsiniz. En azından sıradan polisiye filmlerin cirit attığı piyasadan uzaklaşıp, biraz eski ama son derece kaliteli bir yapım izleme şansına sahip olursunuz. Jack Nicholson’un kendisi de cabası…
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
15 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder