Kaç zamandır şöyle okkalı bir gerilim filmi izlemiyordum. Seyrederken adama attığı tokadın etkisi uzun süredir geçmeyenlerden bahsediyorum. Aslına bakarsanız uzun süredir herhangi bir gerilim filmi bile izlemedim ben. Cesaretimi toplayıp da bu işe girişmek yemedi doğrusu. Cesaretimden yoksun oluşumun sebebi izlerken muhtemelen hissedeceğim korku duygusu değil, gerilim filmlerinin ta kendisi aslında. Çünkü yok kardeşim böyle bir film. Varsa bile ender. İsmi gerilim, cismi başka bir şey. Ben istiyorum ki şöyle oturduğum yere mıhlanayım, tuvalete dahi gidemeyeyim. Çok mu şey istiyorum ki? Kendi rahatımdan bile vazgeçiyorum bak! Sadece uzun süredir sinema dünyasında bulunmayan kaliteli bir gerilim filmi istiyorum. Samanlıkta iğneyi bulurum ama bu muradım gerçekleşmeyecek gibi. Nerede bir Signs, bir The Others, bir The Sixth Sense, bir Storm of the Century, bir Suspiria, bir The Shining, bir Pi, bir Les Rivières Pourpres…
Bahsini ettiğim türdeki son kalkışmam The Reaping oldu. Olmaz olaydı. Daha önce zilyon kere bozduğum yeminime an itibariyle yeniden başlamış durumdayım. Ne bekledim, ne buldum? Elimde koca bir sıfır, geride bırakılmış bomboş bir 95 dakika… Hoş, normalde kötü bir filmi izlemenin bile bir zaman kaybı olmadığını düşünürdüm ben. Sonuçta izlemeden bilemezsiniz kötü ya da iyi olduğunu. İyi ya da kötüyü ne belirler, o da ayrı konu.
İşlerin yolunda gitmediği bir kasaba, kan akmaya başlayan bir nehir, şeytan olmakla suçlanan küçük bir kız, kaybettiği eşi ve çocuğunun ardından tanrıya sırt çeviren eski bir papaz… Bunların hepsi ve daha fazlası The Reaping’de buluşuyor. Katherine eski bir papazdır. Sudan’da eşinin ve kızının vahşice öldürülmelerinin sorumlusu olarak tanrıyı göstermesinin ardından dinine ve tanrısına sırt çevirmiştir. Bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladıktan sonra hayatını dünyanın dört bir köşesinde vuku bulan ve tanrı mucizesi olarak nitelenen olaylara bilimsel bir açıklama getirmeye adamıştır. Çünkü ona göre tanrı mucizesi diye bir şey yoktur ve buna inanan insanlar bilim sayesinde ikna edilmelidir. Bir gün okul çıkışında yolunu kesen bir adam geldiği kasabada bir anda ortaya çıkan esrarengiz bir olayın bahsini eder. Adamın anlattığına göre kasabadaki nehirde küçük kız çocuğu ağabeysini öldürmüş ve bu olayın ardından kilometrelerce uzunluktaki bu nehir kan akmaya başlamıştır. Üstelik kasaba halkı tüm bu olaylar yüzünden 12 yaşındaki katil zanlısı Loren’i suçlamaktadır. Katherine’nin önünü kesen Doug, eski papazdan kasabaya gelmesini ve bölge halkını bu olayın ilahi hiçbir yönünün olmadığına inandırmasını istemektedir. Böylece küçük kız yargısız infazdan kurtulacaktır. Ancak kasabaya gitmeye ikna olan Katherina için bir süre önce ardında bıraktıklarının yüzüne vurulma vakti gelmiştir.
2007 yapımı bu filmin yönetmenlik koltuğunda yer alan isim A Nightmare on Elm Street: The Dream Child, ve 24 gibi yapımlardan aşina olduğumuz yönetmen Stephen Hopkins bulunuyor. İzleyicilerini genelde şaşırtmayan yönetmen The Reaping ile de şaşırtmamış. Tabii ki olumsuz bakımdan… Benim kanaatim odur ki bu film olmamış bir film.
Hopkins’in kastta yer verdiği isimlerin başını Hilary Swank çekiyor. Katherine karakterini canlandıran oyuncunun genç yaşına rağmen 2 Oscarlık kariyeri bile filmi kurtarmaya yetmemiş. Swank’in haricinde son dönemde dikkat çeken çocuk oyunculardan AnnaSophia Robb da filmde rol alan bir başka isim.
Kıssadan hisse çıkarmak gerekirse fragmanına bakıp da aldanılmaması gereken filmlerden biri olmuş The Reaping. Hollywood takındığı "Sinemalara izleyici çekemiyoruz, film yapmasak mı" tavrını sürdürmektense, “Biz kendimizi tekrar ediyoruz, yaratıcılığımız yerlerde sürünüyor, izleyici gelmemekte haklı” görüşünü savunmaya başlasa daha bir doğru olacak, herkes daha bir mutlu olacak sanki. İlk 5-10 dakikası ile umut verse de sonradan tam bir Hıristiyanlık propagandasına dönüşen bu film benden geçer not alamadı. Olur da arkadaşlarınızla birlikte bir gerilim filmi izlemek isterseniz aman ha tercihiniz bu film olmasın. Aman ha!
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
2 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder