Başlangıçta her şey karanlıktır. Sadece hiçlik söz konusudur. Öncesi vardır ama kimin için olduğu belirsizdir. Bilinç yoktur... Var olmadığınız için herhangi bir şeyden haberdar da değilsinizdir. Zaman denen kavram sizden önce ne kadar işlemiştir? Merak etmezsiniz. Sonra... Siz karanlığın içinde bilinçten yoksun bir halde dolanırken bir çift el uzanır ve çeker sizi ışığın kalbine. "Hayat" denen şeyle o an tanışırsınız. Bir anda ortadasınızdır işte. Hiçlikten ve karanlıktan sıyrılmışsınızdır, yeniden içine döneceğiniz güne kadar. Ağlayarak hayata merhaba demişsinizdir yani. Önünüzde uzun olarak addedilen ama hiçbir zaman uzun bulunmayan bir hayat vardır. Sizindir o. Doğuştan sahip olduğunuz yegâne gerçektir. Zamanla kaptırırsınız kendinizi. Hayatınız kendi avuçlarında oynatıyordur sizi. Siz bundan memnun olursunuz. Zaman akar, akar, akar... Gün gelir her şeyin rutin olduğunun farkına varırsınız. Acı gerçekleri yüzünüze yüzünüze vurmaya başlar hayat. Yine de bırakıp gidemezsiniz. Bir gün her halükârda terk edeceğiniz gerçeği de bunu değiştiremez. Bırakamazsınız işte. Hayat her ne kadar çıkmaz sokaklara çıkarsa da yolunuzu, her ne kadar bir gün önceyi ertesi gün yeniden yaşatsa da "Ben gidiyorum" diyemezsiniz. Hayat tatlıdır çünkü... Hafife alınmayacak kadar tatlı... Düşünürsünüz o an hayatın size tanrı tarafından yapılmış büyük bir şaka olduğunu. Şairin dediği noktaya varırsınız istemezcesine... Çünkü hayat gerçekten kısa bir öyküdür uğruna upuzun acılar çektiğimiz ve kısa bir türküdür bir kez daha söyleyebilmek için delirdiğimiz! Yani yine de farkındayızdır hayatın nihayetimize hazırlanma sürecimiz olduğunun.
Peki ya varoluşun hayattan sonraki diğer gerçeği olan ölüm... Adının geçtiği yerde bulunan her şeyi ciddiyetsiz kılandır o. Sonu meçhul olmasına karşın soğuk olandır. Ne kadar kaçılırsa kaçılsın bir gün mutlaka hayata sahip her şeyi boşluğuna çekecek olandır. Belki de Yahya Kemal'in dediği gibi ömrümüzün en feci işi değildir. Çünkü nihayetinden önce de ölür kişi. Cicero'ya göre de iyiliklerden değil kötülüklerden ayırandır bizi. Peki öyle midir? Yukarıda söylenenlerle nasıl bir çelişki oluşturur bu söylenenler? İnsanoğlu değil midir bir gün öleceğini bile bile ölmemek için çabalayan? Peki nasıl olur da bu kadar korkulan bir şey bazen gerçekten "iyi" bulunabilir? Bir insan Yahya Kemal'in söylediklerini yaşayabilir mi? Ölümden fecisini ölümden önce yaşayabilir mi?
Ünlü İspanyol yönetmen Alejandro Amenabar'ın 2004 yılında gerçek bir yaşanmışlıktan beyaz perdeye uyarladığı İçimdeki Deniz'de bu sorulara yanıt buluyoruz. Oscar'a 2 dalda aday olan ve En İyi Yabancı Film dalında bu ödülü kucaklamayı başaran film, Venedik Film Festivali'nden 3, Goya Ödülleri'nden 14 ödülle dönmüş, ayrıca En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre'yi de aldığı ödüllerin yanına koymayı başarmıştı. İçimdeki Deniz dünyayı en kısa yoldan dolaşabilme arzusu ile denizcilik yapmakta olan Ramon Sampedro'nun yürekleri burkan hikâyesini anlatıyor. 26 yaşındayken kayalıklardan kendini mavi boşluğa bıraktığı gün Ramon'un hayatı tamamen değişir. Suya daldığı an deniz çekilir ve boynunu zemine vuran Ramon'un boynundan aşağısı tutmaz. Kazanın ardından yıllar geçer. Yatalak kalmayı özgürlüğüne ve hayatına indirilen bir darbe olarak gören Ramon ötenazi ile hayatına son verebilmek için hukuksal bir mücadele vermeye başlar. Bu sayede hayatına onurlu bir şekilde son verebileceği gibi gerçek özgürlüğüne da kavuşmuş olacaktır. Ancak çıktığı yolun sonuna tek başına varması pek mümkün değildir. Kendisine yıllardır gözleri gibi bakan babası, ağabeyi, yengesi ve yeğeninden bu uğurda umutsuz bir yardım ister. Öte yandan neredeyse herkes mücadelesine karşıdır. Kendisini televizyonda gördükten sonra etkilenip yanına gelen Rosa Ramon'u her şeye rağmen hayatın yaşanmaya değer olduğuna ikna etmeye çalışırken, sürpriz bir şekilde Ramon'a destek olan avukat Julia da Ramon'un davasını üstlenir. Çevresindekiler Ramon'u bir hayata mâl olan özgürlüğün özgürlük olmadığına ikna etmeye çalışsalar da Ramon için özgürlüğe mâl olan hayat da hayat değildir.
Bu muhteşem yapımın yönetmenlik koltuğunda Avrupa'nın en önde gelen yönetmenlerinden Alejandro Amenabar'ı görüyoruz. 1972 doğumlu olan yönetmen genç oluşuna karşın kendine has tekniği ile kısa zamanda adından söz ettirmeyi başardı. Özellikle Tesis ve The Others gibi gerilim sinemasına yeni bir soluk getiren yapımları ile büyük beğeni kazanmıştı.
İçimdeki Deniz'in oyuncu kadrosunda ise göze çarpan en önemli isim Ramon Sampedro karakterine hayat veren oyuncu Javier Bardem. Geçtiğimiz ocak ayında 81'incisi düzenlenen Akademi Ödülleri'nde No Country for Old Men'deki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ödülü kucaklayan oyuncu ötenazi ile intihar arasındaki ince çizgiyi son derece iyi bir şekilde irdeleyen bu filmde boynun aşağısını kullanamayan bir adamı muhteşem bir şekilde canlandırarak aldığı ödülün ne kadar isabetli bir karar olduğunu ayrı olarak kanıtlamayı başarmış. Bardem 2002 yapımı Güneşli Pazartesiler'de de harikulade bir oyunculuk sergilemişti. Aldığı son ödül dolayısıyla kendisini bundan sonra daha fazla yapımda izleyebilecek olmak ayrı bir mutluluk veriyor insana.
Öyle bir konumda hayal edin kendinizi... Hayatı dolu dolu yaşıyorsunuz. Gezmeyi, eğlenmeyi ve en önemlisi gülmeyi çok seviyorsunuz. Sonra bir gün beklenmedik bir kaza hayatınızı altüst ediyor. Öğrendiğiniz acı gerçek ömrünüzün sonuna kadar boynunuzdan aşağısını hareket ettiremeyeceğiniz... Her gün sabah gözlerinizi açtığınızda yatağınızın 1 metre ötesinde konumlanmış pencerenin önünde uzanan ovayı, tepeleri ve denizi görüp de uzanamayacak olmanın acısı feci değil midir ölümden? Hem ölüm nedir ki? Eninde sonunda yüzleşmek zorunda kalacağımız bir gerçek değil midir? Sonrasında ne olacağına dair en ufak bir fikrimiz var mı? Belki de sanılanın aksine tadılabilecek en büyük hazı tatmamızı sağlayacak anlık bir şeydir. Belki de doğmadan önceki bilinçsizliğimize geri döneceğizdir. Ya da kimbilir, bir başka hayat olmadığını kim iddia edebilir? Hepsini bir kenarda tutarsak bazen yaşamak için ölmek gerektiği aşikâr. En azından İçimdeki Deniz bunu tüm izleyicilerine hissettirebiliyor ve "Ben olsaydım..." sorusuna yanıt aratıyor.
Kelimelerle ancak bu kadar anlatılabilen bir film İçimdeki Deniz. Ancak çok daha fazlası olduğu da bir gerçek. Filmi izlemeyenler için son bir not: Son 10 dakika için mendillerinizi hazır tutun.
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
1 yorum:
Senin yazılarını o kadar çok seviyorum ki!..
Başka/fazla da birşey diyemiyorum :)
Yorum Gönder