Bir insanın yalancı şahitlik yapmasının gerçeği değiştirebilmesi mümkün müdür? Aslında olmayan şeyleri olmuş gibi savunmak, masum birinin alnına ömrü boyunca ne yapsa silinmeyecek kara bir leke bırakmak, tek bir insanın değil birçoklarının geleceğinin kurulu olduğu tuğlalardan birini çekip atmak kişinin vicdanını hür kılabilir mi? Son pişmanlığın fayda etmeyeceği durumlardan biridir bu. Belki de en önemlisidir. Geri dönüşü olmayan bir yola girmişsinizdir bile bile. O an için sizin rahat etmenizi ve mutlu olmanızı sağlayacak olan her şey zaman tünelindeki yolculuğunuz devam ettikçe yerini huzursuzluğa ve son nefesinize dek sürecek bir hüzne yol açacaktır.
Kimse size istediğinizi veremez. Vermek zorunda değildir. Hayatın altın kurallarından biridir bu. Çok istemek yetmez bazen. Böyle anlarda zor da olsa durumu kabullenmek en iyisi ve en doğrusudur. Çünkü öfkeyle hareket eden her zaman zararla oturur.
Ian McEwan'ın aynı adlı romanından uyarlanan ve 2007'nin en başarılı filmlerinden sayılan, bunu aldığı Altın Küre ve Bafta ödülleriyle kanıtlayan Atonement'te bu durum son derece açık işlenmiş. Bir insanın geleceğiyle isteyerek oynayan birinin yıllar boyunca yaptığı hatanın kefaretin ödemesini konu alan bir film Atonement. Hikâye çok ağır bir girişten sonra belli bir zemin üzerine oturtuluyor. Yaklaşık 25 dakikalık bir geçiş sürecinin ardından senaryo izleyiciyi içine ustalıkla çekmeyi başarıyor. Olay döngüsü gelecekte büyük bir yazar olmanın hayalini kuran 13 yaşındaki Briony Tallis'in etrafında başlıyor. Briony çok zengin bir ailenin küçük kızıdır. Son derece görkemli malikânelerinin yanındaki küçük kulübede yıllardır evin işleriyle uğraşan yaşlı bir kadın ve üniversite öğrencisi oğlu Robbie mütevazi bir hayat sürmektedirler. 13 yaşındaki Robbie içten içe Robbie'ye karşı bir sevgi beslemektedir. Platoniktir onunkisi. Robbie'nin ise kalbi başkasına aittir: Cecilia. Cecilia, Briony'nin ablasıdır. Kendisi Robbie ile aynı üniversiteye gitmektedir ve tanıştıkları günden beri birbirlerini sevmektedirler. Bu durumu öğrenen Briony'nin artık içindeki tek his intikam hissidir. Neyin intikamını aldığı bilinmez ama Robbie bir gece yarısı kulübesinden alınır. Büyük bir iftiranın içinde bulur kendisini. Briony ise asılsız iddianın tek tanığıdır. Genç adam hapishanenin yolunu tutarken, iki sevgilinin yolları ayrılmıştır. Gelecek hem Briony, hem Robbie, hem de Cecilia için artık çok farklı olacaktır.
En iyi film dahil 7 dalda Oscar adayı olan, İngiltere'nin Oscar'ı sayılan BAFTA ve Altın Küre'de en iyi film ödüllerini kucaklayan Kefaret'in yönetmenlik koltuğunda Pride & Prejudice'in de yönetmenliğini yapan Joe Wright var. Wright bu filmi gerçekten ustalıkla yönetmiş. Hele filmde aşağı yukarı 2000 kişinin 5 dakika boyunca durmadan hareket eden bir kamera önünde performans sergilemeleri var ki böyle bir şeyi idare etmek gerçekten güç iş.
Filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda Wright'ın Pride & Prejudice'de de rol verdiği Keira Knightley'i Cecilia rolünde görüyoruz. Karayip Korsanları üçlemesindeki gerçekten başarılı oyunculuğunun ardından kendisinin böylesine bir filmdeki rolünün altından da başarıyla kalktığını söylemek yanlış olmaz.
Filmin bir başka ana karakteri olan Robbie'yi ise İskoç oyuncu James McAvoy canlandırmış. Bu filmde oyunculuğunu ön plâna çıkaracak bir role sahip olmasa da geçmiş deneyimlerinden ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Band of Brothers'da son derece başarılıydı mesela kendisi.
Her ne kadar Oscar'dan en iyi müzik dalındaki ödül olmak üzere tek ödülle dönmüş olsa da bir kere ödülleri kaptırdıkları yapımlar da No Country for Old Men ve There Will Be Blood'du ki bu da filmin en büyük şanssızlığı. Atonement ilk 25 dakikalık süreci atlatabilen tüm izleyiciler için gerisi çorap söküğü gibi gelecek bir film.
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder