İstanbul'da bir cumartesi sabahı. Sıcacık yatağımdan kendimi dışarı atıp, perdeyi aralayınca dek geçen her şey sıradan. Bir gün önceden yapmayı planladığım her şeyin önünde bembeyaz bir engel var. Dışarıdaki ağaçları köklerinden sökecek fırtınaya bir de şiddetle ama dayanılamayacak güzellikte yağan kar da dahil olmuş... Şehrin ve ağaçların bembeyaz bir siluete bürünmesine sebebiyet veren mutluluk, ulaşmam gereken sinema salonuna nasıl gideceğimi bana sorgulatan bir çıkmaza bürünüyordu. Her şeye rağmen Tim Burton - Johnny Depp - Helena Bonham Carter üçlüsünün son eserini ertelemeyi kendilerine duyduğum saygıya ihanet olarak görüyordum. Belki de hayatımda ilk kez beyazdan korkarak adımımı attım dışarıya. Sıkı sıkıya giyinmek de fayda etmiyordu Antalyalı'ya... Afrika'dan Sibirya'ya adım atmak gibiydi onunkisi. Durakta beklenen otobüs bir süre sonra geldiğinde adeta yaşayan bir kardan adama bürünen ben o gün belki de ilk kez tebessüm etmiştim.
Zorluklar ve tereddütler içinde çırpındım ve sonunda ödülüme kavuştum. Sinema salonunun sıcak ortamına adımımı atana dek pek de inanmıyordum filmi izleyebileceğime. Başlangıçta salonun tıklım tıklım dolmuş olduğunu görüp sevindim. Sonra filmin yarısında salonu terk etmeye başlayanları gördüm. Ve ben... Hayatımda ilk kez bir filmin ortasında sinema salonunu terk eden insanlara acıdım. Türk sinema izleyicisinin halini görüp, yine acıdım. Bir seri katil hikâyesi izlemek, dolayısıyla gerilmek için gelen insanların yüzlerindeki hayal kırıklığını ve bilmişliği görüp acıdım. "Bu ne biçim film?" ve "Seri katil hikâyesinden müzikal mi olur?" sesleri içinde tamamladım filmi. Peki öyle miydi gerçekten? Bu sözleri söyleyen insanlar haklı mıydı? Her insan kendine göre haklıdır. Ancak bana göre herhangi bir haklılık payları yok? Filme gelmeden önce izleyeceğin film hakkında bilgi edinmiyorsan bu filmi yapanların suçu değil. Yahu bu hikâye 1979'dan bu yana Broadway'de oynanıyor. Nereden baksanız 30 yıl. Bir filmi beğenmemek elbette normal ancak bunu sırf müzikal olduğunu için söylüyorsanız "Orada dur" derler adama. Yine soruyorum, "Gerçekten bu kadar kötü müydü?" Her ne kadar saygısız insanların yakarışları yüzünden filmi beklediğim kadar rahat izleyebilmiş olamasam da film tam bir Tim Burton filmi. Yani kötü olması imkânsız. Dünyanın en önemli film eleştirmenleri de zaten yanılıyor olamaz. Birçoklarının söylemine ben de katılıyorum: "Sweeney Todd, Burton'un şimdiye kadarki en iyi 3 filminden biri"...
Yönetmen Tim Burton animasyon filmler dışında ilk defa bir müzikal denemesinde bulunmuş. Bunda da gerçekten son derece başarılı olmuş. Film finali dışında gerçek hikâyeyle de bire bir örtüşmekte. Özellikle filmin ilk dakikalarından itibaren kendini hissettiren siyah-beyaz gotik atmosfer tam Burtonvari olmuş. Özellikle filmin herkesi korkutan müzikal yanını kendine yakışır bir ustalıkla pozitife çevirmil. Öyle ki film %80 (hatta daha fazla) oranda şarkılardan oluşmakta. Ancak bunlar şarkı olmaktan öte adeta birer diyalog gibi sunulunca gerçekten tadından yenmez bir hâl almış.
Oyunculara değinmeye gerek var mı bilmiyorum. Bir kere oynadığı film ve çalıştığı yönetmen kim olursa olsun sırf oyunculuğunu görmek için insanları sinema salonlarına koşturan bir isim, Johnny Depp, var bu filmde. Depp bu filmde anti-kahramanımız Benjamin Barker'i (Sweeney Todd) canlandırmış. Efsanevi seri katilin herhangi bir resmini görmedim ancak kendisini beyazperdeye aktaran Johnny Depp'in yarısı kadar bile varsa kendisinden çekinilmeye değer. Bunun dışında, Johnny Depp ait olduğu yere, Tim Burton filmlerine, dönmüş ve bizi mutluluktan havalara uçurmuştur. Unutmadan... Filme gitmeden önce en çok Depp'in şarkı söyleyişini merak ediyordum. Bir insan her zorluğun altından bu kadar başarıyla kalkabiliyormuş demek ki. Böyle bir oyunculuğa böyle bir ses. Oyunculuk kariyeri bitse, ki Allah korusun, bu adam albüm yapar yine aç kalmaz.
Filmde Todd'un sevgilis Mrs.Lovett karakterini Burton'un eşi Helena Bonham Carter oynamış. Lovett ise kendi halinde bir börekçidir. Müşterisi pek yoktur. Sweeney ile tanışmasının ardından onun kurbanlarının etlerini böreklerinde kullanmaya başlayınca büyük sükse yapar. Düşününce ilginç tabii...
Bunların dışında Sweeney Todd'un düşmanı yargıç Turpin rolünde ünlü oyuncu Alan Rickman'ı ve Harry Potter serisinin Peter Pettigrew'i Timothy Spall'ı da filmde görüyoruz. Harry Potter dedik de... Serinin filmlerinde rol almış üç ismi de biraraya getirmiş bu film. Bu ilginç bir rastlantı.
Daha önce de söylemiştim... Tim Burton çile çekse izlerim, rastık çekse beklerim, niyet çekse inanırım, halay çekse katılırım. Bu adamın "büyüklere masallar" tarzındaki eserlerinin hayranıyım. Bir Edward Scissorhands ve bir Beetle Juice kadar iyi olmasa da bu iki filmin hemen ardında yer alabilecek bir Burton filmi olmuş Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street. Şahane oyunculuklar, bir o kadar güzel müzikler, ve muhteşem bir görsel şölene tanıklık etmek isterseniz, kim ne derse desin, bu filmi kaçırmayın. Müzikallerden nefret mi ediyorsunuz? Teminatı benim... Bu film fikrinizi değiştirecek.
"I feel you, Johanna"
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
1 yorum:
Bu filmi yarıda bırakıp çıkan insanlar hangi filmi tam izleyebiliyorlar acaba?.
Bu film bence Johnny Depp'in oyunculuk adına zirvesidir. Tim Burton bir kez daha mekan yaratmada ne kadar başarılı olduğunu göstermiştir.Mrs.Lovett'in hayalleri bence filmin en süper yeridir.Johnny Depp çok güzel şarkı söylemiştir,Helana Bonham Carter çok şirindir ve filmden çıktıktan sonra sürekli i'll steal you Johanna diye şarkı söyleyip durmuşumdur:)
Yorum Gönder