6 Ekim 2007 Cumartesi

Wag The Dog

Why does a dog wag its tail? Because the dog is smarter than the tail. If the tail was smarter, it would wag the dog"! (Neden bir köpek kuyruğunu sallar? Çünkü köpek kuyruğundan daha akıllıdır? Eğer kuyruk köpekten akıllı olsaydı, işte o zaman kuyruk köpeği sallardı)... Bu sözle başlar 1997 yapımı Wag The Dog!
Geçtiğimiz hafta Kamuoyu dersinde hocamız bütün ders araçlarını kaldırmamızı istedi. Sonra da benden gidip bir yerlerden DVD Player bulmamı istedi. Sabahın köründe yarı uykulu bir şekilde sınıfa çekip gelmeme dua etmeyen hoca, sanırım beni uyandırmak istiyordu. Radyo, Sinema ve Televizyon bölümünden rica ettim ve aleti kaptığım gibi sınıfa getirdim. Allah'tan hoca benden önce sınıfa televizyonu getirtmiş. Aksi takdir de bir televizyon kucaklayıp geldiğimi düşünemiyorum. Neyse, konumuz bu değil. Her dersi son saniyesine kadar işlemeyi hastalık haline getirmiş olan hocamız o gün bizi ters köşeye yatırdı. İş yine bana düştü. DVD Player'ı TV'ye bağladıktan sonra (O an kendimi hademe gibi hissetmedim değil hani) bana bir cd uzattı. Yalnız cd'nin üzerinde herhangi bir etiket yoktu ve aklıma türlü şey geldi. Sonra dedim kendi kendime "Oha! Saçmalama" diye ve bu kısa monoloğu sona erdirdim. DVD'yi playera sürdükten sonra çıkan menüden anladık ki hoca bize sabahın 9'unda film izletecekti. Filmin adı da Türkçe'ye Başkanın Adamları olarak çevrilen Wag The Dog'du. Film başlarken hoca sınıfı terk etmek üzereydi, tek bir kelime etmeden. Seslendik hocaya bir açıklama yapması için. Şöyle bir cevap aldık: "İzleyin bu filmi. İmza kâğıdı bende. İmza atıp çıkamayacaksınız yani, zuhahahhaha"... "İyi, güzel, seyredelim de nereden çıktı ki şimdi bu sabah sabah?" diye geri döndük biz kendisine. "Çocuklar bunu izleyin, sonra da aynı senaryoyu Türkiye üzerinde düşünmenizi istiyorum. Sonra da buna uygun bir makale yazıp gelin haftaya" dedi. Ve gitti...
Film başladı. Sabahın ilk saatleri olması ve sınıfın alabildiğine karanlık olması benim ve birçok arkadaşın ekrana boş boş bakmasına yol açtı. Ancak film biraz ilerledikçe ve biz kendimize gelmeye başladıkça filmin enterese etmeye başlamıştı çoğunluğu. Robert De Niro'nun canlandırdığı reklamcı Conrad Brean'ı hararetli bir toplantının ortasında görürüz filmin başında. Kriz masası oluşturulmuştur. Amerika Başkanı seçimlere kısa süre kala bir sex skandalı ile gündeme gelmek üzeredir. Böylesine sansasyonel bir haberin medyada yer bulması demek Başkan'ın seçimi keybetmesine eşittir ve birilerinin, başkanın adamlarının, bir şeyler yapması gerekmektedir. Kriz masasının oluşturulma nedeni de budur zaten. Karar alınır... Onlara göre başkanın sex skandalı halka sadece uydurma bir savaş ile unutturulabilir. Taşlar dizilmiştir ve masum kurban olarak da Arnavutluk seçilmiştir. Conrad Brean, bir film yapımcısı olan ve Dustin Hoffman'ın canlandırdığı Stanley Motss'a giderek yardımını ister. Böylece ikili Başkanı kurtarmak uğruna Arnavutlar'ı zan altında bırakacak bir medya tuzağı kurmaya başlarlar.
Gerçekten de film izleyen bir insan içinde bulunduğumuz dünyaya daha da kuşkulu bakmaya başlıyor. Gördüklerimiz değil de bize gösterilenlerin gerçek ne kadar gerçek olduğunu sorgulamaya başlıyoruz. Son olarak bir noktaya dikkat çekmek istiyorum ki filmin çekildiği zaman Clinton'un Lewinski Skandalı'yla aynı yıllara tekabül eder. Böyle de bir bilgi vermek istedim :)

Hiç yorum yok: