
Bu kadar soru işareti yeter. 1994 yılında Yağmurdan Önce isminde bir film çekildi. Makedon yönetmen Milcho Manchevski yazıp yönettiği film tek başına bir savaş filmi olmaktan çok öte. Yugoslavya'daki iç savaş yıllarının ele alındığı film Sözler, Yüzler ve Resimler adlı üç farklı hikâyeden oluşuyor. İlk uzun metraj film denemesini yapan yönetmen o zamana kadar sinemada görülmeyen muhteşem bir kurguyla tanıştırır sinemaseverleri ve onları yüreklerinden yakalar. Öyle ki uzun zaman sonra yapılan bir ankette birçok sinemasever tarafından şimdiye dek çekilen en başarılı film olarak gösterilir.
Üç farklı senaryoyu belli bir döngü içerisinde sunar Before The Rain izleyiciye. İlk hikâyede köyünden kaçan bir Arnavut kızın Makedonya'daki bir Hıristiyan manastırına sığındığını görürüz. Hayatı boyunca solumaktan kurtulamadığı savaşın kokusu yüzünden "sessizlik yemini" eden Kiril adlı genç rahip bir gece odasına geldiğinde görür Zamira isimli genç kızı. Kız kendisini ele vermemesi için yalvarır Kiril'e. Ertesi gün manastıra gelen Makedonyalı Hıristiyan eli silahlı bir çete manastırdaki rahiplere genç Arnavut bir kızı sorarlar. Anlattıklarına göre kız arkadaşlarından birinin ölümüne sebep olmuştur.
Yüzler ismini taşıyan ve filmin en kısa bölümü olan ikinci bölümde ise Makedonya'daki savaş ortamından çok çok uzaklarda buluruz kendimizi. Savaş fotoğrafçılığı yapmakta olan ve alandaki başarısı sayesinde Pulitzer Ödülü'nün sahibi olmayı başaran Aleksander Kirkov, Londra'daki fotoğraf editörü olan sevgilisi Anne'e kendisiyle birlikte ülkesi Makedonya'ya dönmesi için teklifte bulunur. Aleksander bıkmıştır... Ödülü almasına vesile olan vahşet içerikli kareleri onu mutlu etmemektedir artık. Çünkü iki eli arasında tuttuğu fotoğraf makinasının bir cinayet aleti olduğunu düşünmektedir ve bu nedenle ülkesi Makedonya'ya geri dönmeyi plânlamaktadır. İşin özü ülkesinde geçmişini bulacağını ummaktadır. Ancak uçağa bindiğinde yanındaki koltuk boş kalır. Yugoslavya'daki iç savaştan çekinen Anne ise vahşeti Londra'nın göbeğinde bulur.

Makedonya'nın ilk Oscar adayı olan ve Venedik'ten Altın Aslan dahil 5 ödülle dönen bu başyapıt, üçüncü öykünün son bulmasıyla noktalanır. Başlangıçta da dediğim gibi bu üç öykü her ne kadar birbirinden ayrı gibi görülse de bir zaman gelir ki aslında filmde ön plana çıkan dört karakterin hikâyesi de bir yerde çakışır. Anlarız ki karakterlerin yaşamlarının bir kesitini bize sunan bu üç bölüm bir çember oluşturur, bir döngü yaratır. Yağmurun yağmasından hemen önce hikayeler birleşir, senaryolar üst üste gelir. Damlalar gökyüzünden düşmeye başladığında ise hiçbirinin yaşamı eskisi olmayacaktır. Filmde de dendiği gibi aslında "Zaman sonsuzdur, döngü asla tamamlanmaz"...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder