3 Ağustos 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #85

  • Yazarınız yıllık izninin bir bölümünü kullandı. Bir haftalık aranın ardından yine aynı adresteyiz. Giderken solda, dönüşü de yok hem...
  • Bu yokluk zamanında, geçen hafta pazartesi günü tam da bitmek üzereyken, bir e-posta gelmiş. Sitemle karışık sağanak şeklinde "Nerede bu Pazartesi Notları" temalı bir e-postaydı. Sessiz ve derinden takibi, hepsinden öte sadakati için teşekkürlerimi iletiyorum kendisine.
  • Normal olsam her zaman yaptığım gibi "Ara veriyorum" derdim herhalde. Anormal olmalıyım son günlerde...
  • Münevver Karabulut cinayeti de ne güzel unutuluverdi değil mi? Sizce başımızdaki zihniyetin bunda parmağı yok mu? Her fırsatta ibret-i alem demeye getirmiyorlar mı lafı?
  • Metalci selamı öğrenesim var artık. Ben de gözaltına alınmak istiyorum saçma sapan bir nedenden ötürü. Benim ne eksiğim var?
  • Basında sansürün kaldırılışının 101'inci yıldönümü tüm yurtta halaylarla kutlandı!
  • İmam Hatip Lisesi mezunlarının da önünü açtık. Bir açılımdır, bir açmaktır gidiyor efendim, durduramıyoruz. Ne güzel, artık devlet kademelerine saklı gizli girmek zorunda kalmazlar... Doğrudan geçiş sistemi; DGS!
  • Geçen Hafta Ne Öğrendik - Bölüm 1: Bir su dağıtıcısı ile bir damacanayı aynı asansörde bir başlarına bırakmamalıyız.
  • Suudi Arabistan'da Ruh Güzelliği Yarışması düzenlenmiş. Tahmin edeceğiniz üzere katılımcıların hepsi kapalıymış. Ya ne olacağıdı ya!
  • Alpay Erdem'in köşesini Kaan Sezyum'un kapması... Bir garip hüzün çökmesi insana el ayak çekilince... Ehm, olmadı sanırım.
  • Tim Burton'un resmi internet sitesi yenilenmiş. Bir giren bir daha çıkamıyormuş: http://www.timburton.com/
  • Dünya üzerindeki herhangi bir bakkalda, evet bakkalda, kola satılmadığı oluyor mudur acaba? Neticede merak ne güzel şey, güzel şey merak.
  • Hazır limonataların sayısı neden bir anda bu denli arttı ki? Evde yapmak çok mu zor?
  • FM 2009'da Manchester United ile Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final ilk maçında Arsenal'a konuk olmak, maçı 5-2 kaybetmek, rövanşta rakibi 6-2'lik skorla ezip yarı finale adını yazdırmak. Hilesiz hurdasız yaptım ben bunu.
  • Hikâyeler uydurup dikkat çekmekten de bunu yapan da nefret ederim. Ama mesela yaz akşamları dışarı çıkıp dolaşmayı çok severim. Bundan bir 10 sene öncesine kadar bu eylemi Antalya sokaklarında saatin kaç olduğuna bakmaksızın yapabiliyordum. Geçen yıllar ve artan göç olayları sebebiyle eskisi kadar rahat olamadığımı da belirtmemde fayda. İki akşam önce akşam evden çıktım ve Beach Park'a doğru yol aldım. Falez Parkı'nın karanlığına kapılmaktansa varyanttan inmeyi tercih ettim. Tam yolu yarılamıştım ki bana doğru koşmakta olan birini gördüm. Yanımdan hızla geçerken "Hem kendisi laf atıyor, bir de üstüne küfrediyor" dediğini duydum. Bir 30 metre kadar öteye baktığımda bir gencin az önce yanımdan hızla geçen adamın arkasından ağız dolusu küfürle seslendiğini işittim. "Olur öyle" deyip, devam ettim. Biraz yürüdükten sonra az evvel küfür eden adamı yanımda gördüm. "Sigaran var mı?" sorusunu "Kullanmıyorum" ile cevaplamıştım ki elemanın yanımda yürümeye başladığını hissettim. "Az önce yanından geçen herif sana ne dedi?" diye sordu. Hiçbir şey söylemediğini belirtip devam ettim. Bunun üstüne yanımdan hızla geçen adamın kendisine ahlaksız bir teklifte bulunduğunu, bu işi yaparsa üstüne bir de para vereceğini dile getirdiğini söyledi. Üstüne bir önceki gece birini bıçakladığından ama polisin araması halinde üzerinde herhangi bir kesici alet bulamayacağından da bahsetti gururlu bir edayla. Sesimi çıkarmadım, o yanımda seyretmeye devam etti. "Buralı mısın?" dedi, "Evet" dedim. Kendisinin de Güneydoğu Anadolu'da bulunan bir ilden geldiğini söyledi. 1 ay olmuş geleli. "Aaa" dedim, "güzeldir oralar, görmeyi çok isterdim..." Herkese kendi memleketinin güzel geldiğini söyledi ve nereye gidiyor olduğumu sordu. "Arkadaşımla buluşacağım az ileride" dedim. Sonra sıkılmaya başladığım muhabbet başka bir konuya kaydı. "Irkın Kürt mü, Türk mü?" diye sordu, cevabını verdim. Bunu "Yakında iç savaş çıkacak gibi görünüyor. Sence kim kazanır?" sorusu takip etti. Bunun gerçekleşmek zorunda olmadığını, iki halkın da yüzyıllardır kardeşçe yaşadığını aktarmaya çalıştım kısaca. Küçümser bir tebessüm kapladı dudaklarını... Laf edecek oldu, "Ben burada arkadaşımı bekleyeceğim, sana iyi geceler" dedim ve uzaklaştım.
    Ben hâlâ iyimserim, her şeye rağmen. Üniversitedeki ev arkadaşım Kürt kökenliydi ama en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Pek çok Türk kökenli arkadaşımdan görmediğimi gördüm ben onda. Ve biliyorum ki hepsi yukarıda sözünü ettiğim adam gibi değil. Türk kökenli vatandaşlarımızın hepsi de benim gibi değil. Pazardan satın aldığınız yumurtalar arasında illa ki çatlamış bir tane bulunabilir, rengi ne olursa olsun... Benim başıma gelen basit, güncel, korkutucu ve bir o kadar ciddi bir örnek. Son günlerde birileri yol haritası çizmeye özen gösteriyor ya, memleketteki yollar çoktandır kopmuş, hiçbir yere de götüreceği yok.
    Ama bu başka bir öyküdür, başka bir zaman anlatılmalı!

2 Ağustos 2009 Pazar

90'lı Yıllar #12

Şimdi ben anlayamıyorum. Beni yeterince takip ettiyseniz, anladığım 'şey' sayısının bir hayli az olduğunu fark etmişsinizdir. Neyse... Şarkıcımız özetle diyor ki yıllar gelip geçecek, sen yaşlanacaksın, kimse bakmayacak yüzüne, ve sonra "Keşke" diyeceksin "keşke onunla olsaydım..." Yani en azından benim çıkardığım sonuç bu! Peki bu kadının beraber olabileceği tek erkek sen misin be adam? Başka adam mı yok da yaşlanana kadar ev bekleyecek? Kimse bakmayacakmış da, bla bla... Geçiniz! Ama şarkı güzeldi yine de... Klip de güzeldi... Kıraç da güzeldi o zamanlar. Sonra 1 Mayıs marşının müziğini copy-paste yapınca gözden düştü tabii. Kıraç'tan gelsin; Gidiyorum!

Walt Disney İlk Ansiklopedim

Hiç kuşkusuz çocukluğumdan bugüne taşıyabildiğim için mutlu olduğum şeylerin başını çekiyor Walt Disney İlk Ansiklopedim. Gazetelerin yığınla ansiklopedi dağıttığı yıllardan Junior Larousse ile birlikte çekip çıkardığım 18 ciltlik bir bilgi şöleniydi bu ansiklopedi. Okuması da resimlerine bakması kadar zevkliydi. Günümüz çocuklarının sahip olamayacağı düşüncesi ise bir hayli üzücü tabii.

Moonwalk

21 Aralık 2006 tarihli Penguen'de yer alan Yiğit Özgür karikatürü:

1 Ağustos 2009 Cumartesi

N'olursun Tülay!

Bobiler'den...

Schumi

Formula 1'i yeniden takip etmek için artık bir sebebim var. Takip etmeyi bırakmak için sahip olduğum sebeple aynı...

31 Temmuz 2009 Cuma

---

"Bilmelisin ki
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor..."

21 Temmuz 2009 Salı

The Legend of Sigurd and Gudrûn

Beklenen kitap içinde bulunduğumuz hafta içerisinde kitapçılardaki yerini aldı. Tolkien'in The Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi'nden önce kaleme aldığı bir eser Sigurd ve Gudrûn Efsanesi... Ustanın kendisinin ve oğlu Christopher Tolkien'in önsözüyle başlayan eser şimdilik Türkçe'ye çevrilmiş değil. 375 sayfalık esere dün sahip oldum. Fiyatı biraz el yakan cinsten ama söz konusu Tolkien olunca ses etmiyoruz tabii. Dün geceden beri sahip olduğum heyecanın sebebidir bu kitap.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #84

  • Orhan Veli’nin kız kardeşinin bir gün babası tarafından çağrıldığını ve “Evladım, ağabeyine söyle, fakirim, param yok diye şiirler yazmasın, komşular acıyarak bakıyor bana, alışveriş yaptığımda esnaf ‘abi sonra verirsin’ diyor” nasihatinde bulunduğunu duymuş muydunuz?
  • Şehirlerarası yolculuğa çıkacağınızda bulunduğunuz kentten taşlar doldurun çantanıza. Gittiğiniz yerde sokak sokak dolaşıp serbest bırakın taşları. Onlar artık o kentin taşları olsun, geri dönüşü olmasın…
  • 2 litrelik Coca-Cola 2 TL iken, 1,5 litrelik Coca-Cola neden 2,10 TL olur ki? Çok mu mantıksızım yani? Nelere kafa yoruyorum ya Rab!
  • "Kızlık soyadı" yerine "Evlenmeden önceki soyadı" denilse çok daha güzel olmaz mıyız?
  • Çikolata için yepyeni bir formül üretilmiş. Buna göre artık çikolatalar 50 derecelik ısıya kadar dayanıklı olacakmış. Özellikle yaz aylarında çikolata çilesi çekenler için ağızları kulaklara vardıracak bir formülmüş bu. Yeni formül gelecek seneden itibaren kullanılmaya başlanacakmış.
  • Bugün 20:30'da NTV'de yayınlanacak "Hedef: Ay" adlı belgeseli de kaçırmamak gerek tabii.
  • Public Enemies idare ederken, Harry Potter and the Half-Blood Prince felaketti. Serinin en güzel kitabı ancak bu kadar kötü uyarlanabilirdi. Ayrıntılı yazmaya bile tenezzül etmeyeceğim sanırım.
  • Bülent Arınç AKP'nin Manisa'daki İl Kongresi'nde RTE ve Gül için hüngür hüngür ağlamış. Artık lideri için gözyaşı döken bir bakana da sahibiz ve bu anlamda dünyada bir ilkiz. Hoca efendi hazretlerinin izinde, uygun adım marş marş!
  • Angela'nın Külleri adlı yapıtıyla Pulitzer Ödülü'nün sahibi olan Frank Mccourt da artık yok.
  • Sigara yasağı da harika olmadı mı? Benden izinsiz beni zehirleyenler... Heeey, size söylüyorum.
  • Bu pazartesi de kardeşimin doğum gününü kutlayayım. Kutlu olsun!

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Manda

Pazartesi Notları #83

  • Birkaç haftadır Kanal D’de bir Örümcek Adam hastalığı var. Her akşam Prime-Time’de yer verdikleri Örümcek Adam çizgi dizisi yetmiyor gibi, ünlü çizgi roman karakterinin sinema filmlerine de yer vermeye başladılar. Aydın Doğan, Örümcek Adam ile gizli bir işbirliğine mi girdi yoksa?
  • Michael Jackson’un Ereğli’ye gelememiş olması Belediye Başkanı Halil Posbıyık’ın şanssızlığı olsun da, kendisi şimdi de Madonna’nın gelecek sene Ereğli’ye geleceğini iddia etmiş. Seviyorum ben böyle renkli kişileri.
  • AKP içinden de takdir edilebilecek birileri çıkabiliyormuş. Ben buna kanaat getirdim. Ertuğrul Günay’ın geçmişine de bakmak, muhalefete hayret etmek lazım.
  • ÖSS’de 30 bin kişi ‘sıfır’ çekmiş. Şaşırıyorum yahu… Sallasan tutar be!
  • Newsweek’in “Tüm zamanların en iyi 100” kitabı listesinde Dostoyevski’ye yer vermemesi de ilginçti. Evet!
  • Filistin için Davos’u ayağa kaldıran bakanların başından Uygur Türkleri için daha iyi bir performans bekliyorum. Evet, bence de boşa bekliyorum.
  • ABD’de son bir hafta içerisinde en çok satan 10 albümün 10’u da Michael Jackson’a aitmiş. Ben de Thriller edinmek için müzik marketlere uğramayı düşünüyorum ama kötü gözle bakılmak istemediğim için şimdilik vazgeçiyorum.
  • Artık sadece Ada Çayı içiyorum.
  • Annemin de doğum günü kutlu olsun.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #82

  • Pazartesinin yarısı geçmiş ben daha yeni farkına varıyorum. Kimse de hatırlatmıyor. Cık cık!
  • Bilal Erdoğan askere gitmiş ahali, duyduk duymadık demeyin. Her ne kadar askerlik süresi 1 ay da olsa ağabeyininm çürük raporu aldığını düşünürsek bu da büyük bir gelişmedir Erdoğan ailesi için. Tebriklerimi iletiyorum. En büyük asker bizim asker.
  • Havalimanlarının çıkışında ellerinde kartonlarla konuk bekleyenler var ya, işte ben onlara çok üzülüyorum. Sebebi yok ama üzülüyorum işte. Duygusal adamım ben.
  • Artık kola, kahve ve çay yasakmış bana. Bu yaşta! Yok artık!
  • Öğle sıcağında ince kuma basınca hissedilen acı gibisi var mı? Vardır, neden olmasın ki?
  • 2 Temmuz 93'ü unutmayın, unutturmayın!

90'lı Yıllar #11

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Klibimiz Sibel Tüzün'ün Beni Bağlamaz adlı parçasına ait. Yine, yeni, yeniden çok garip bir çalışma ile karşı karşıyayız. Baştan sonra gariplikler silsilesi bu klip yahu. Hani aile ya da arkadaş ortamında amatör kamera ile çekim yaparsınız ya, işte öyle bir hava var bu videoda.
Burada benim anlayamadığım bir nokta var. Klibi izleyince ve şarkıyı dinleyince inanıyorum ki siz de aynı merak içine düşeceksiniz. Şarkıda sözü geçen "bağlamaz beni" ile anlatılmak istenen nedir? Herkes gibi ben de "beni alakadar etmez" anlamı çıkarmıştım ilk önce. Fakat sonra Sibel Tüzün'ü "Bağlamaz beniiii" diye haykırırken aynı zamanda bir ağaca bağlanmış halde görünce bir mesaj kaygısı sezmedim değil. Ya Sibel Tüzün espri yeteneği gayet gelişmiş bir büyüğümüz ya da baştan sonra nefret okuduğu sevgilisi fantazilerine cevap vermeyince bu yolu seçmiş. Bağlamıyormuş adam, ne yapsaydı ya?

3 Temmuz 2009 Cuma

Gülen Adam

"Kemal bizim takımın en iyi oyuncusuydu, haksız yere bir kırmızı kart gördü. Ama nasıl olsa soyunma odasında buluşuruz." (Müjdat GEZEN)

1 Temmuz 2009 Çarşamba

The Gold Rush

Amerikan Film Enstitüsü’nün tüm zamanların en iyi 100 filmi arasında gösterdiği, açlık, Amerikan Rüyası ve sevgi temalarının itinayla harmanlandığı Altına Hücum, Charles Chaplin’in en başarılı işi olarak tanımlanmakta. Hiç kuşku yok ki bunda 1925 yapımı filmin tek başına sinema tarihinin birkaç unutulmaz sahnesine birden sahip olmasının payı son derece büyük.
Tüm olumsuzlukları iyi tarafından yakalamaya çalışan Şarlo karakteri aynı zamanda izleyiciye özenle çizilmiş bir hümanizm portresi sunuyor.
Chaplin’i filmde bir altın arayıcısı olarak görüyoruz. Zengin olma hayaliyle dağ taş dinlemeden Alaska’nın altın madenlerine doğru yol alan Şarlo, hava şartlarının da kötüye gitmesiyle birlikte soluğu yıkılmaya yüz tutmuş bir kulübede alır, fakat yalnız değildir. Tipinin şiddetini artırmasıyla beraber kulübede mahsur kalan Şarlo filmin ve sinema tarihinin belki de en unutulmaz sahnesine burada imza atar. Açlıktan gözleri moraran kahramanımız ayakkabısını pişirir ve afiyetle midesine indirmeye başlar. Yoksulluktan ziyade çaresizliğin bir getirisi olarak ifa ettiği bu hareket açlık kavramını hicvettiği kadar izleyeni düşündürür de.
Charles Chaplin’in hakkında “Bu filmle hatırlanmak istiyorum” yorumunu getirdiği yapım aynı zamanda Chaplin’in komünizm propagandası yapmakla suçlanıp, ABD’ye girişinin yasaklanmasına sebep olur. İşin sanatsal yanına baktığımızda ise bundan neredeyse 85 sene önce çekilmiş olmasına rağmen, bugün bile vermek istediği duyguyu ve komedi öğelerini başarıyla aktarabilen bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Sırf bu yönüyle bile aldığı tüm övgüleri sonuna dek hak eden Charles Chaplin’in önünde düğme iliklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
Aşağıda kanımca sinema tarihinin en iyi performanslarından birinin, Chaplin'in meşhur ayakkabı yeme sahnesinin videosu var. Ayakkabının meyankökünden yapılmış ve sahnenin tam 63 defa tekrarlanmış oluşu da ek bilgi olsun. Bu adam günümüzde yaşasa neler yapardı kim bilir?
01:59'a dikkat!

Bombón: El Perro

İnsanoğlu bir umudun peşinden sürüklenip gitmeyi sever. Sonucunu pek çok zaman düşünmez ama elden başka çare gelmeyeceği için bulduğunu sandığı piyango biletinin bir köşesine tutunup, talih onu nereye sürüklüyorsa oraya doğru sürüklenir. Hangimiz hayatın anlamını bir şeye yüklemiyoruz ki? Umuda, hayal kırıklıklarına, aileye; paraya, mala, mülke ve bazen bir köpeğe…
Carlos Sorin’in Arjantin Hikâyeleri’nin devamı olarak nitelediği ve 2004 yılında çektiği Bombón: El Perro, Patagonya, çöl, rüzgâr, rüzgârın savurduğu hayatlar, işsizlik ve köpekler üzerine kurulmuş hayatın içinden bir öykü.
Coco Villegas tamirci olarak çalıştığı akaryakıt istasyonunun kapısına zincir vurmasıyla birlikte artık işsizdir. Güney Amerika’nın değerli ağaçlarının dallarından yaptığı bıçak saplarını satarak geçimini sürdürmeye karar verir, fakat fiyatları çok yüksek tuttuğu için bu işte başarılı olamaz. Tüm bunların yanında 20 yıldır yüzünü görmediği bir eşe, vurdumduymaz bir evlada ve sürekli tekleyen bir otomobile sahiptir. Kendisini Patagonya’nın uçsuz bucaksız yollarına vurduğu günlerden birinde güzelliği ve zekası sessizliğinde buluşmuş bir dostla tanışır. Coco, adı Bombon olan bu dört ayaklı arkadaşıyla iyi bir ikili olacaklarına adı gibi emindir.