16 Nisan 2009 Perşembe

Modern Times

1936 yılına gelinmiş... Sinema da pek çok sektör gibi modernleşme sürecinde. Öyle ki kendi içinde bir devrim bile yapmış, 1930'lu yılların başında izleyici senkronize sesli filmlerle tanışmıştı. Ancak her devrimin önünde bir de karşı devrimciler vardır. Sesli sinemanın karşısında yer alan isimlerden biri de tüm zamanların en büyük isimlerinden biri; Charles Chaplin. Sinemada 8mm deyince akla ilk gelen isim o. Yıllar boyunca sessiz sinemasının önemini, daha doğrusu sesli sinemanın önemsizliğini vurgulayan Chaplin, sesli sinemanın başlama vuruşundan tam 9 sene sonra Modern Times ile ilk kez bir sesli filmin altına imza attı. Bunu da modaya ayak uydurmak amacıyla değil, sinemada sesin ve konuşmanın pek de öneminin olmadığını anlatmak için yaptı.
Modern Times harika bir Charles Chaplin güzellemesi olduğu kadar Amerikan Rüyası, makineleşme, işsizlik ve kapitalizme dair tarifi kelimelerle mümkün olmayan bir hiciv denemesi.
Şarlo'yu bu macerasında makine çarkları arasında hem madden hem manen hem de mecazen sıkışırken görüyoruz. İnsanların yerini yavaş yavaş makinelerin aldığı bir toplumda sadece bir umuda tutunarak hayatta kalma çabasını bir film şeridine sığdırılmış halde buluyoruz.
Kahramanımız bir fabrika işçisidir. Sabahtan akşama kadar kıç büyüten büyük patronun gözlerinin önünde makinelerin yardımcısı olarak çalışmakta, dişlileri sıkmakta, bedeni otomatiğe bağlamaktadır. Fabrikada karıştığı olaylar silsilesi yüzünden işten kovulur, hiçbir şeyden haberi yokken bir grevin örgütleyicisi addedilir ve kodesi boylar. Hatta bir ara kahraman olup, ödül olarak salıverilecektir bile. Kendi canı ve midesine yetemezken hırsız bir kızla yolları kesişir. Kızı kurtarır ve esas oğlan oluverir. Gece bekçiliği, tersane işçiliği derken hiçbirinde tutunamaz, hayallerinden başka... Ve o güzel finalde "Hayat güzel, dalgana bak" mesajını alırız.
Modern Times, Charles Chaplin'in başrolünü, yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği 1936 yapımı bir sinema şöleni. Chaplin ki kendisi benim hayatım boyunca görüp görebileceğim en büyük komedyen ve hiciv ustasıdır. Kemal Sunal ve Şener Şen beni affetsin. Zira Kemal Sunal'ın pek çok filmi Şarlo hikâyelerinin bire bir sinemamıza uyarlanmış halidir.
Bu harika filmde Chaplin'in yanında boy gösteren bir diğer yetenek 1936 yılında aktörün eşi olan Paulette Goddard'dır.
Endüstriyel düzenin tiye alındığı Modern Zamanlar'da, Chaplin kendi sesini de ilk kez filmin sonunda seyirciye dinletmiştir. Sinemada sesin anlamsızlığına gönderme olan bu efsane sahnenin dışında filmin başından sonuna dek makinaların tıkırtıları, televizyon cızırtıları, koşuşturan ayakların patırtıları ve niceleri Charles Chaplin'in önünde eğilmiştir. Bahsini ettiğim son sahnede Şarlo çalışmak için kapağı atabildiği son yerde buluruz kendimizi: Bir restoranda. Şarlo'nun yapması gereken sadece sahneye çıkıp şarkısını söylemektir. Sözleri de unutmamak için gömleğinin koluna yazmıştır. Ancak o da ne, yazıları anında kaybetmiştir. Şarlo'nun hinliğini konuşturma vakti gelmiştir. Önce sözleri aranır durur, sonra seyircilerin mırıldanmaları başlar. Evet, işte kilit nokta da tam olarak burasıdır zaten. İzleyicilerin metafor olduğunu düşünürsek yanılmayız sanırım. Söze önem veren bu topluluğu, Şarlo'nun sözleri hiçbir anlam ifade etmeyen bir şarkıyla susturuşuna tanıklık ederiz.
Söz konusu sahne aşağıda. Filmi henüz görmemiş olanlar da izleyebilir sanırım, pek de "spoiler" sayılmaz neticede.

1 yorum:

sinem dedi ki...

bize bunu sosyal bilimlere giriş dersinde hocamız izletmişti, ve acayip etkilenmiştim. zaten chaplin her şeyi anlatmış, yorum yapılacak bir şey yok. alkışlarım sadece :)