İnsanoğlunun en büyük arayışı hiç kuşkusuz yaşamdır. Yaşamın kaynağına ulaşmak için çıkılan tüm yollar şu ana dek çıkmaz sokaklarda tıkandı kaldı. Belki o kaynağı bulabilsek, en büyük gizem olan ölümün ardındaki sır perdesini de bir şekilde aralayabileceğiz. Adını duyunca bile tüylerimiz ürperiyor ama öncesini bilemediğimiz gibi sonrasını da bilemiyoruz elbette. Her sonun bir başlangıç olduğuna dair inancımızı koruyoruz fakat tek bir konuda istisnai davranıveriyoruz işte. Kendimize konduramıyoruz ölümü. Korkulan akciğerlerin bir daha dolup boşalmayacak oluşuna değil, bilinmezliğe aslında. Son nefesten sonrası hakkında en ufak bir ipucumuz olsa, belki de durup selam çakacağız yaşamımızın son düzlüğünde. Tarih boyunca filozoflar bir yandan, din adamları öte yandan ahkam kestiler bu konu üzerinde, fakat hiçbir mukabata varamadıkları gibi mantıklı bir tahmin de yürütemediler. Demem o ki, ne felsefe ne de din mantıklı bir açıklama yapabildi. Kesinliği tartışmaya dahi açılmayan tek alana, bilime, söz hakkı vermek neden kimsenin aklına gelmemiştir ki? Belki de pek çok soruda olduğu gibi, ölüm ve sonrası için de başvurulacak kaynak bilim olmalıdır, kim bilir!
Nelson, Rachel, David, Joe ve Randy birer tıp öğrencisidirler, fakat onları meslektaşlarından ayıran bir özellikleri vardır. Kimsenin aklına gelmeyen, aklına gelenlerin ise cesaret sınırını aşamadıkları bir şeyin peşindedir onlar: Ölüm! Meslekleri gereği ölümle burun buruna gelen pek çok hastadan dinledikleri karşısında bir hayli etkilenen beş arkadaş, her gece bir süreliğine birbirlerini öldürmeye karar verirler. Gözden ırak köşelerde, hastane ekipmanlarının da yardımıyla birbirlerinin kalplerini bir süreliğine durdurup, öte dünya hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırlar. Ortaya hayatlarını koyduklarının farkında olmalarına karşın, bu işin büyüsüne kapılmışlardır bir kere. Başlangıçta her şey yolunda giderken, bir süre sonra öte tarafın tadını alıp yeniden geri dönenlerde birtakım gariplikler gözlenmeye başlar. Ne de olsa bu tip filmlerin olmazsa olmazıdır, ters giden şeyler yoluna konmalıdır.
The Lost Boys, Batman Forever, A Time to Kill, Batman & Robin ve Phone Booth gibi birçok kült filme imzasını atan Joel Schumacher'in 1990 yılında çekmiş olduğu ve ülkemizde Çizgi Ötesi adıyla gösterime giren Flatliners'da ölüm ve sonrasının peşine düşen bir grup gencin hikâyesine tanık oluyoruz. Her gece kalplerini birkaç dakikalığına durduran ve tıbbi yöntemlerle hayata geri dönen tıp öğrencilerinin geçmişte işledikleri günahlarıyla olan hesaplaşmaları filmin temasını oluşturuyor.
Kasta şöyle bir göz gezdirdiğimizde birçok ünlü oyuncuyu görüyoruz. Öyle ki bu isimlerin gizli saklı rol aldıkları birkaç filmlerinden biridir Flatliners. Bir kere, her yönetmenin olduğu gibi Schumacher'in de değişmez bir oyuncusu var. Bu isim Kiefer Sutherland. Türk izleyicisi kendisini en çok 24'teki Jack Bauer rolünden tanıyor. Jack Bauer rolüyle sadist kişiliğine alıştımız Sutherland, bu filmde son derece sosyopat bir karaktere bürünmekte. Çekimler sırasında henüz 23 yaşında olduğunun da altını çizelim.
Sutherland'ın dışında en çok dikkat çeken isim Julia Roberts. Daha çok romantik komedilerde görmeye alışık olduğumuz oyuncunun bir bilimkurgu filminde adeta yitip gittiğini görüyoruz.
Görünce saygı duyduğumuz bir diğer isim ise Kevin Bacon, nam-ı diğer Hollow Man. Pek çok filmde boy gösteren Bacon, benim aklıma nedense hep Sleepers ile geliyor. Çocuk yaşta Cine 5'te izleme fırsatı bulduğum bu filmin etkisinden uzun süre çıkamadığımı hatırlıyorum. Apollo 13'ü de es geçmemek lazım elbette ki...
Flatliners bir başyapıt değil elbette, fakat baştan sona bir sonraki sahneyi merak içinde izleten bir film. Özellikle kaliteli oyuncuların boy göstermesi ve işlediği ilginç senaryo ile izlenmeyi sonuna kadar hak eden bir yapım.
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor
-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan *“Fransa-Almanya motoru”*,
fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında
...
3 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder