10 Eylül 2008 Çarşamba

Los Lunes Al Sol

"Karıncayla ağustos böceği, haydi bakalım. Bir zamanlar, bir karıncayla bir ağustos böceği varmış. Karınca çok çalışkanmış, ama ağustos böceği tembelin tekiymiş. Karınca harıl harıl çalışırken onun bütün yaptığı şarkı söylemek ve uyumakmış. Böyle böyle zaman geçmiş. Karınca bütün yaz çalışmış da çalışmış. Elinden geldiğince biriktirmiş yiyeceğini ve kış gelince ağustos böceği açlıktan ve soğuktan ölürken karıncanın her şeyi varmış. Şu karınca tam bir piçkurusu. Ağustos böceği karıncanın kapısını çalmış ama karınca ona demiş ki, "Ağustos böceği kardeş eğer sen de benim gibi sıkı çalışsaydın böyle aç ve açıkta olmazdın".
Ve kapıyı açmadı, di mi? Kim yazdı bunu? Çünkü mevzunun aslı böyle değil güzelim! Bu karınca tam bir yavşak ve spekülasyoncu. Ve neden bazılarının ağustos böceği doğduğunu açıklamıyor. Çünkü ağustos böceği doğdun mu keyif gıcır demektir. Söylemiyor onu tabii."

Hayatı hayat gibi yaşayabilmek, geçinebilmek, ortaya birşeyler koyabilmek, ezilmemek, ailenin yüzünü güldürebilmek, mutlu olabilmek, hayatın vurduğu her darbe karşısında dimdik ayakta kalabilmek. Tüm bunlar için çalışmak, çalışmak, çalışmak... Karşılığını alabilmek ya da alamamak. Günü gelip yaşantınızın orta yerinden akıp gitmekte olan azgın nehre kendinizi kaptırmak.
Yaşananlara dair bir hikâye Güneşli Pazartesiler, ve aslında yaşanamayanlara... Siyam ikizleri misali birbirini sürükleyen, aynı kaderi paylaşan arkadaşlarının öyküsü bir yerde. Avrupa Birliği'ne dahil olmanın her derde deva olacağı yönündeki görüşleri ters yüz edebilecek bir film Los Lunes Al Sol. Avrupa Birliği'ne yıllar evvel üye olmuş İspanya'daki işçilerin küresel kapitalizmden nasiplerini nasıl aldıklarının trajikomik yansıtılması bir başka deyişle. "Bugün günlerden ne?" sorusuna her daim "Pazar" yanıtını verenleri kucaklayan kusursuz bir İspanyol yapımı.
2001 yılında İspanya'nın tipik Akdeniz havasını buram buram yansıtan Vigo şehrindeki tersanenin önünde iki seçenek vardır. Ya 200 işçisini çıkaracak ya da tersanenin kapılarına sonsuza dek kilit vurulacaktır. Sözleşmeler imzalanır ve 200 tersane çalışanı kapı önüne koyulur. Yıllarını tersanede çalışarak harcamış olan Santa, Jose, Lino, Sergei ve Amador aynı kaderi paylaşan, son derece sıkı dostlardır. İçlerinde en rahatı Santa'dır. Bir ailesi olmadığı için kaybedecek birşeyi de yoktur. Fedakârlıkları, hırsları, hayalleri sadece kendisi içindir. 2 yıl önce işten çıkarıldıklarında düzenlenen eylemde bir sokak lambasını kırdığı için 8 bin peseto ödemek zorunda bırakılır. Sorun ise meteliğe kurşun atıyor oluşudur. Tek hayali çalışanın hak ettiğini aldığına inandığı Avustralya'ya gidebilmektir. Ona göre anlatılan tüm masallar yalandır. Karınca spekülatörün tekidir. Ağustos böceğine yardım etmeyen puşttan başkası değildir. Çalışmakla zengin olunamayacağını Santa'dan iyi bilen yoktur çünkü. Ağustos böceğine ise dünyaya ağustos böceği olarak gelmek isteyip istemediği sorulmamıştır bile.
Grubun en sert mizaca sahip adamı Jose ise kendine olan özgüvenini kaybedeli epey olmuştur. Eşinin "eve ekmek getiren" olması onu umutsuzluğun ve biçareliğin pençesine bırakmıştır. Her şeye karşın eşini deliler gibi seven Jose eski mutlu günlerini mum ışığında aramaktadır. Hani zamanı geri alabilmek elinde olsa bir dakika bile beklemeyecektir. Öyle ki bir sahnede eşi ile çekilmiş eski bir fotoğrafına dalıp gider. Ardından aynadaki kendisine baktığında, aynaya yansıyan saat geriye doğru gitmektedir. Ayrıntıysa ayrıntıdır yani...
Lino ise grubun en mahzunudur. 50 yaşında olmasına rağmen kapı kapı iş aramaktadır. İşverenlerin genç işçi aradıkları bilgisi üzerine oğlunun giysilerini giyer, saçlarını boyar; kokmak ise en büyük takıntısıdır.
Sergei... İspanyollar arasındaki tek yabancı... Sovyetler Birliği dağılmadan evvel kozmonot olabilmek için okuyan Sergei, Sovyetler'in çöküşü ve bunu takiben okulunun da kapanması sonucu hayat önünde çırılçıplak kalır. Anlattığı bir fıkra ile içinde bulundukları durumu özetler aslında: "Sovyet Rusya dağılmış, yıllar sonra iki eski komünist partili arkadaş bir araya gelmiş, konuşmaktalar. Birincisi şöyle der: "Dostum, çok kötü birşey farkettim. Bize komünizmle ilgili anlatılan her şey yalanmış." Diğeri şöyle cevap verir: "Ben daha kötüsünü farkettim. Bize kapitalizmle ilgili anlatılan her şey doğruymuş". Filmi birkaç cümle ile özetler bu fıkra. Eh, bir başka açıdan bakıldığında, Sergei'nin de dediği gibi, küresel kapitalizmin doğrularını bir bir izleyicinin gözlerine sokar bu film.
Ve Amador... Eşi tarafından terk edilmesinin ardından kendisini içkiye veren bu adamın tek isteği eşinin bir gün geriye dönmesidir. Bu yolda kopan ilk dal da o olur. Amador'un tanrı kavramına bakışı da farklıdır. Onun inancına göre, önemli olan insanların tanrıya inanması değil, tanrının insanlara inanmasıdır. Ayrıca arkadaşları ile içinde bulundukları durumu siyam ikizlerine benzeten de kendisidir. İçlerinden biri düşerse, haliyle hepsi düşecektir.
Bir de Rico var tabii... O kapı önüne 1 yıl sonra konanlardan. Elindeki bir miktar para ile açtığı bar hepsinin nihai istikameti olur.
Santa, Rico, Amador, Jose, Lino ve Sergei aslında "Kaybedenler Kulübü"nün birer üyesidirler. Hepsi de haftanın ilk iş gününü haftanın son günü gibi yaşayan adamlardır.
2002 yapımı Güneşli Pazartesiler'in yönetmeni Fernando León de Aranoa. Kendisi Almadovar'ın İspanyol sinemasındaki hakimiyetini beyazperdeye gömen adam olarak da bilinir. Bu filmi ile Oscar'a aday olmuş; Avrupa Film Ödülleri'nden ve Goya Ödülleri'nden en iyi yönetmen ödülleri ile dönmüştür.
Filmin en dikkat çekici oyuncusu ise hiç kuşku yok ki Oscar ödüllü oyuncu Javier Bardem. Oynadığı karakterleri derisi yapmayı başaran aktörü en son No Country for Old Men ile kazandığı en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar'ından hatırlıyoruz. Mar Adentro'da sadece boynundan yukarısını kullanarak rol yapma dersi veren Bardem, bu filmde de farklı duyguları ustaca aktarmıştır. Ayrıca Güneşli Pazartesiler'de canlandırdığı Santa karakteri ile Goya Ödülleri ve Avrupa Film Ödülleri'nde en iyi erkek oyuncu ödüllerini kucaklamıştır.
Avrupa Film Ödülleri'nden 3, Goya Ödülleri'nden de en iyi film dahil 5 ödülle dönen filmin afişinde "Gerçek bir hayatın değil, binlercesinin hikâyesi" yazar. Bu hüzünlü, insanın sıdkını sıyıracak hikâyede hiçbir şekilde duygu sömürüsü yapılmaması ise ayrıca hoş. Bunun dışında, sonunda gökten düşen 3 elmanın bereket getirdiği bir Hollywood filmi gibi değil, gerçek hayat nasıl sürüp gidiyorsa öylece sonlanan harikulade bir hikâye, harikulade bir film.

Hiç yorum yok: