Günün birinde kapınız çalınıyor ve siz bir koşu gidip kapıyı açtığınızda, karşınızda hayatınızın o ana kadarki bölümünde bir kez olsun görmediğiniz bir adam buluyorsunuz. Gariplik bu ya, adamla tanışıyorsunuz o vakit. Karşınızda oturan ve göz temasını hiç kesmeden konuşan bu adamın iç dünyasına doğru bir yolculuğa koyuluyorsunuz. Yolculuğunuz devam ettikçe şaşkınlıklarınız inandıklarınızla çelişmeye başlıyor. Yabancıyı bir an evvel defetme hissiyatı içine giriyorsunuz. Fakat sanki görünmez bir el size mani oluyormuşçasına hiçbir şey yapamıyorsunuz. Tek bir söz dahi çıkmıyor ağzınızdan:
- Git lütfen! Bu zırvalıklara daha fazla katlanamam.
"Zırvalık" mı dedim? Evet, sanırım öyle. Basbayağı zırvalık bu canım. Başka bir tanım bulmaya ne hacet! İlk defa gördüğünüz bir adam size ışık hızından birkaç kat daha hızlı bir şekilde seyahat edebildiğini, dünyaya yaklaşık 2000 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegenden geldiğini ve buna benzer daha fazlasını söylüyorsa, evet, bu zırvalıktan başka bir şey değildir. Aslına bakarsanız, bunları size söyleyen kardeşiniz bile olsa zırvalıktır. Söylenenlerde inanılacak bir yan olmadığı için inanma yolunu seçmezsiniz. Bu neye benzer biliyor musunuz, hani İsa'nın günün birinde yarım bıraktığı işi tamamlamak üzere yeryüzüne döneceğini bilirsiniz, ancak yarın biri karşınıza çıkıp "Ben İsa'yım, geldim işte" dese, "Evet, ben de zaten İngiltere kralıyım" der geçersiniz ya, yani olacağını bilseniz de inanmazsınız ya, işte o hesap. İnanmak için geçerli bir sebep bulamadığınız için kolay yolu seçip inanmazsınız. Zaten o güne kadar kaç defa mantığınızı kullanmayı seçtiniz ki, kaç kez dayatılmış olan kalıplarınızı yıkmaya cesaretiniz oldu ki!
Prot ve doktor Mark Powell arasındaki ilişki de yukarıda saydıklarımdan farklı değil. Doktor Powell ruh ve sinir hastalıkları bölümünde görevini ifa etmektedir. İşleri gayet rutindir. Kendi kontrolünde olan akıl hastalarının hemen hemen hepsi birbirinin benzeridir. Bir gün hastanesine getirilen Prot isimli adam başta kendisi olmak üzere, tüm hastanenin dikkatini çeker. Prot'u hastaneye getiren polislerin söylediklerine göre Prot bir dünyalı olmadığını iddia etmektedir. Eh, böyle düşünen bir şahsın sonu yaşadığımız gezegende yazılı olmayan kurallar dahilinde akıl hastanesi olur. Kısa süre içinde doktor Powell, Prot'u çok daha yakından tanıma fırsatı bulur. Prot dünyaya 2000 ışık yılı uzaklıktaki K-PAX isimli gezegenden geldiğini ve 4 sene 9 aydır dünyada bulunduğunu söyleyince, tüm hastane buz keser. Hastane personeli Prot'un kafayı sıyırmış olduğundan emindir, hastalar ise onun bir dünyalı olmadığını adları kadar iyi biliyorlardır. Başlangıçta Prot'u tedavi edilmesi güç bir hasta olarak gören doktor Powell ise Prot'u tanıdıkça "Acaba" sorusunun esiri olur.
Gene Brewer'in aynı adlı romanından 2001 yılında beyaz perdeye aktarılan K-PAX'in yönetmenlik koltuğunda bir İngiliz, Iain Softley'i görüyoruz. Yönetmen olarak imza attığı en başarılı iş olarak K-PAX'i kabul edebiliriz. Filme yansıttığı muhteşem kurgu ve şekillendirdiği, eşine az rastlanır, final ile de bu övgüyü sonuna kadar hak ediyor. Yönetmenin diğer filmlerine baktığımızda ise karşımıza genellikle kalburüstü filmler çıkıyor. Bunların başını ise The Skeleton Key çekiyor.
Filmde oyuncu olarak ise iki isim göze çarpıyor. Her ikisi de "usta" denebilecek düzeye erişmiş oyunculardan ilki Kevin Spacey. Gerek mimik gerekse oynadığı rolü yaşamak açısından Hollywood'un en iyilerindendir bu adam. Hatta biraz daha ileri gideyim, yeryüzündeki en iyilerdendir. Hele bir gülümsemesi vardır ki dillere destandır. O gülümsemeyi en iyi The Usual Suspects'den hatırlarız. Bir benzerini ise K-PAX'in son sahnesinde görüyoruz. Kendisi hakkında sadece "Karizma bakar, yüzünü kullanır" yorumlarında bulunanları da önce kınıyorum, ardında kendilerine laflar hazırladığımı bilmelerini istiyorum. Bu iddialarda bulunanlar K-PAX'de bulunan hipnoz sahnelerini tekrar tekrar izleyebilirler mesela. Ayrıca bir insan muz yerken sergilediği rol ile sinema tarihinin unutulmaz sahneleri arasına girebilir? Eh, mümkünmüş bu da. Filmin en akılda kalıcı sahnelerinden birinde Kevin Spacey katır kutur muz yiyor. Muzu kabuğuyla yiyince de böyle bir ses çıkıyor işte; "katır kutur". Spacey'in biri en iyi erkek oyuncu, diğeri de en iyi yardımcı erkek oyuncu olmak üzere 2 adet de Oscar heykelciği mevcut. Kendisini ayrıca The Shipping News, L.A. Confidential, Se7en, The Usual Suspects, Glengarry Glen Ross ve American Beauty gibi kaliteli yapımlarda da izledik, izlerken de "Nirvana budur" dedik kuşku dahi duymadan. IMDb Top 250'ye şöyle bir baktığınızda bu listede en fazla yer alan aktörün Kevin Spacey olduğunu iddia edebiliriz. Oturup saymadım tabii.
Kevin Spacey'i iyice bir övdükten sonra diğer oyuncuya hakkını verme zamanı. Kendisi Jeff Bridges olur. Kurt Russell'a benzerliği ile dikkat çeken aktör sahip olduğun yeteneği daha rahat yansıtmasına olanak tanıyacak kaliteli yapımlar yerine genellikle kalburüstü filmlerde rol alır. Yine de 4 Oscar adaylığı bulunan Bridges'i Iron Man, Arlington Road, Fearless, The Fisher King ve özellikle The Big Lebowski gibi kaydadeğer filmlerde bulunması aslında onu nasıl görmek istediğimizin resmidir. Hele hele The Big Lebowski'deki Dude karakteri ile Fearless'deki Max Klein rolleri ile kanımca kariyerinin zirvesine ulaşmıştır.
Fikrimce K-PAX'i izlemeniz için pek çok nedeniniz var. Zaten bunu filmi izlediyseniz onaylarsınız, izlemediyseniz de izleme fırsatınız olduğunda hak vereceksiniz. Özellikle filmin sonu ustaca kotarılmış. Kevin Spacey'in rol aldığı birçok filmde olduğu üzere sürpriz bir final sizi bekliyor. Yine de bu öyle bir final ki film bittikten sonra yorumu tamamen size kalıyor.
Trump! Nasıl yani? (2)
-
Pazartesi günü, *Trump*’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla
olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün *“Tru...
16 saat önce
1 yorum:
k-pax'i izleyeli bayağı oluyor, birçok sahnesini ve hatta sonunu bile hatırlamıyorum; ama bayağı etkilendiğimi hatırlıyorum.
kevin spacey konusunda dediklerine de katılıyorum. seven'da ve life of david gale'de gayet etkileyiciydi..
Yorum Gönder