19 Nisan 2008 Cumartesi

İstanbul Oyuncak Müzesi

Sunay Akın... Çoğumuz yazar kimliğiyle tanırız onu. Ancak o yazar kimliğinin çok ötesinde aslında. Herkes gibi bir hayali vardı onun da. Ancak onun hayalini özel kılan günü geldiğinde gerçekleştirebilecek olmasıydı. İmkânsız bir şey istemedi o. Son derece muhteşem bir hayale sahip olsa da Türk toplumunun yadırgamadan geçeceği bir fikir değildi onunkisi.
Çocukluktan yeni çıkmıştı. Bir daha oyuncaklar olmayacaktı hayatında. Olamazdı çünkü. Yetişkinliğe bir adım atmayagörsün insan, hayalgücünün gelişmesine en büyük olanağı sağlayan oyuncaklardan uzak bir ömür sürmek boyun borcudur bir bakıma. Hep çocukları olması, onların oyuncaklarına dokunabilmesi ihtimali ile yaşar. Fakat Sunay Akın'ın bakış açısı farklıydı. Dünyanın dört bir yanını dolaştı. Gittiği her yerden oyuncaklar elde etti. En nihayetinde binlerce parçadan oluşan bir koleksiyona sahip oldu. Yine de bunları sadece kendini tatmin etmekte kullanamazdı.
İstanbul Göztepe'de ailesinden kalma 5 katlı bir köşke sahipti Akın. Öyle bir köşk ki birçoğumuzun sahip olması halinde kendinden başka kimsenin yararına kullanmaya kıyamayacağı bir köşk. Sunay Akın bu köşkü içinde bir yerlede hâlâ çocukluklarını yaşayanlara açacaktı. Maksadı buydu. Bunun için ülke ülke dolaşıp oyuncaklar topladı. 23 Nisan 2005 tarihinde ise bu köşkü İstanbul Oyuncak Müzesi adı altında kamuya açtı.
Uzun zamandır aklımdaydı benimde. Bulduğum ilk boş vakitte gidip görmek istiyordum bu hayal alemini. Beklenen gün bugünmüş. Sıcağı sıcağına izlenimlerimi ve yasak olduğu halde çekmeyi başardığım fotoğrafları paylaşmak istedim. Bir gazetede çalışsam iyi fotoğraflar yakalayabilirdim sanırım.
Başlangıçta bulmakta zorlanacağımı düşündüğüm müzeye çok rahat ulaştım. Göztepe'de bulunan Erenköy Kız Lisesi'nin sağında bulunan ilk sokaktan girdiğinizde Bağdat Caddesi'ne doğru 10 dakika yürümeniz gerekiyor. Zaten sokağa girdiğiniz andan itibaren müzeyi işaret eden levhalar işinizi kolaylaştırıyor. Müzenin bulunduğu sokağa adımınızı attığınız andan itibaren sizi karşılayan zürafa şeklindeki sokak lambaları etraftaki gizemli havaya kendinizi kaptırmanızı sağlıyor. Sonrası malum... Kendinizi müzeye atıyorsunuz ve olanlar oluyor. Gişeden son derece uygun fiyata biletinizi aldıktan sonra elinizdeki fotoğraf makinasını gören görevli fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylüyor. Makina flaşlarının oyuncaklara vereceği zarardan bihaber olmadığım için gizli saklı bulduğum tüm fırsatları flaşsız fotoğraf çekeren değerlendirmeyi başardım.
Müzenin dekorasyonu ve yaratıcılığı had safhada. Girdiğiniz her oda belli bir kompozisyonu yansıtıyor. Ve öyle manidar odalara giriyorsunuz ki an geldiğinde bulunduğunuz yerin bir oyuncak müzesinden çok daha öte bir yer olduğunu düşünüyorsunuz. Örnek verelim hemen... Üçüncü katta hemen solunuzda bulunan odaya girdiğinizde fonda çalan Schindler's List filminin dramatik jenerik müziği eşliğinde küçük bir plazma televizyonda oynayan İkinci Dünya Savaşı görüntülerine tanıklık ediyorsunuz. Ekranın yanında dizilmiş savaş mağduru çocukların yürekleri burkan fotoğrafları da cabası. Bu odada kurulan platformlardan birinde Nazi askerlerinin oyuncaklarını görüyoruz. Hemen arkalarında Adolf Hitler konuşma yapmakta. Başımızı biraz aşağıya çevirdiğimizde ise bu platformun savaşta katledilmiş ve yakılmış insan yığınları üzerine kurulduğunu görüyoruz. Ve oyuncakların yanına iliştirilmiş bir not... Notta Birinci Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladığı ancak bunun bir yanılgı olduğu yazılıyor. Yazıya devam ettiğimizde ise 1933 yılında Adolf Hitler'in çocuklara oyuncak askerler dağıttığı ve o vakitler savaşı sevdirdiği çocukları 1939 yılında başlayan savaşta cepheye gönderdiği, dolayısıyla savaşın üstü kapalı da olsa 1933 yılında başladığını okuyoruz.
Bir başka odaya yöneldiğimizde odanın bir tren kompartımanı şeklinde dizayn edildiğine şahitlik edip, yüzümüze aptal bir tebessüm konduruyoruz. İfadelerimin biraz yemek tarifini andırdığının farkındayım... Bu gereksiz nottan sonra sanal gezimize devam edelim. Aynı odada haliyle tarihteki belli dönemlerde kullanılmış trenlerin oyuncaklarını ve haklarında yazılmış kısa notları görüyoruz. Bu odada biraz oyalanıp anne ve babayı telefonla arayıp o an orada olsalar çok duygulanacaklarını belirtip devam ediyoruz.
Odadan çıktığımızda Sunay Akın'ı görüyoruz. Biraz peşine takılıp müzeyi onun anlatımıyla geziyoruz ki bunun verdiği haz da bambaşka bir şey. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var, Sunay Akın her hafta sonu büyük bir aksilik olmazsa müzedeki yerini alıyormuş. Bilginize...
Odaların biri ise bambaşka... Adımınızı attığınız an kendinizi uzaya çıkmış gibi hissediyorsunuz. Kapkara bir tavan ve tavana serpiştirilmiş minik ışıklar. Uzay Yolu ve Yıldız Savaşları karakterlerinden, Yuri Gagarin ve Neil Armstrong'a; Godzilla'dan Ay'a ayak basıldığı tarihin gazete manşetlerine kadar hepsini bu odada görüyoruz.
Müzenin belki de en etkileyici yerinden bahsedeceğim şimdi: Tuvalet! Garipsemeyin lütfen. Tuvaletin içine girmedim. Neden böyle bir aptallık ettiğimi anlamıyorum ama orada da ilginç bir şeyler olacağına inanıyorum. Neyse... Ben tuvalete giden yoldan bahsedeceğim zaten. Müzenin giriş katı üçüncü kat. Giriş katının alt tarafında kapalı ve açık çok hoş bir kafeterya var. Biz burayı da geçiyoruz ve ilk kata iniyoruz. Bu katın sağ tarafında oldukça büyük bir sinema salonu var. Sağa dönmüyoruz tabii.Sol tarafa adımımızı attığımız an sanki müzeden çıkmışız ve bir denizaltında seyretmekteymişiz hissine kapılıyoruz. Çünkü koridor ve duvarlara yerleştirilen objeler size olduğu gibi bu havayı hissettiriyor. Duvarlarda bulunan pencereler aslında birer akvaryum ve içinde akvaryum köpekbalıkları cirit atıyor. Bu pencerelerin önünde birer fotoğraf çekilip bir üst kata kafeteryaya gidip biraz mola alıyoruz.
İstanbul Oyuncak Müzesi'nde yer alan oyuncakların önünde bulunan etiketlerde yapıldığı ülke ve yapım tarihini görmek mümkün. Gördüğüm en eski tarih 1880. Müzede benimle aynı jenerasyona dahil bütün çocukların illa ki sahip olduğu teneke arabalara, solo testlere, katlı bardaklara, kamyonlara, plastik askerlere, kuklalara (ki kuklalardan bir tanesi Müjdat Gezen'i canlandırmakta) ve hatta Cin Ali'ye bile rastlamak mümkün. 22 yaşındaki ben bile nostalji yaşadıysam, annelerimiz ve babalarımızı burada dolaşırken düşünemiyorum.
İstanbul Oyuncak Müzesi'nde Pele'nin Halit Kıvanç adına imzalayıp ona hediye ettiği topu da görmek mümkün. Yazı burada sona erecek ve ben bu ayrıntıyı es geçmek istemedim. Daha fazlası için müzeyi ziyaret etmeniz daha hoş olacaktır. Ben yine de aşağıda çekebildiğim fotoğraflardan birkaç tanesini daha paylaşıyorum. Evet, bugün çok mutlu ettim kendimi!

Hiroşima ve Nagasaki'ye Atom Bombasını Atan Uçak


















Bebekler ve İtfaiye Araçları


















Beyaz Saray ve Askerler


















Cin Ali Kitapları


















Kızılderililer


















Çocuk Müjdat Gezen


















Pastacı Kız


















Polis Arabaları


















Vapur

4 yorum:

MOBIUS dedi ki...

(Kendi üstüme alınıcam bu yazıyı biraz ama :D)
Çok çok teşekkür ederim! Yani İstanbul'a gelme isteme sebeplerimden bir tanesi Sunay Akın'ın müzesidir ve şuan gezmiş kadar oldum'un ötesinde bir doyum yaşattın bana...Senin cümlelerinde müzeyi gezmiş,gördüm oldum.Fotoğraflar da cabası tabi :)

Egoist olmayalım lütfen,beni de mutlu ettin bu yazı ile:)
Teşekkürler,teşekkürler!..

bilog dedi ki...

bence sunay akın sana ödeme yapmalı. canım çekti ben de gidicem ulan! :)

Anıl dedi ki...

Yok canım daha neler :)

Adsız dedi ki...

ya ben hiç oyuncak müzesine gitmedim ama resimlerden çok güzel bir yere benzediğini anladım