12 Kasım 2009 Perşembe

Up

Pek çok hayal var fakat kaçı gerçekleşiyor ki! Soru ya da sorun bu olmalı aslında. Son günlerde televizyonlarda sıkça yayınlanan bir reklam var. Güzel bir emeklilik hayali kuran çifte soruluyor "Hayalinizin gerçek olması için ne yaptınız?" diye. Akabinde bulutlar dağılıyor ve gerçek dünyaya dönüş. Elbette ki hayaller olmadan yaşamak namümkün. Miskinliğin de getirisiyle harekete geçme ihtimalimizi sürekli erteleriz. An gelir ayna karşısında gördüğümüz şahsı tanıyamayız. Her şeyin bittiğini düşünürüz. O vakitten itibaren kurulmuş olan hayaller de artık bir hayaldir. Belki de bu yüzden "Yaş 70 iş bitmiş" lafına yıllardır surat asarım. Bir futbol maçı gibi düşünelim. Maç 90 dakikadır neticede. Son düdük çalana kadar golü atma şansınız vardır. Niye hayatta da bu olmasın ki? Niye son saniye basketi atamayalım ki?
Carl Friedricksen'in en büyük ve kuvvetle muhtemel ki tek hayali gökyüzüdür. Gökyüzü derken... Basbayağı gökyüzü işte. Ona erişmek... Uzanmak ama bir türlü tutamamak. Her uzanışta biraz daha havalanmak ve sonuç; uçmak! Çocukluğunu sinema salonlarında uçmak eyleminin bol bol yerine getirildiği filmleri izleyerek, hayalini sayfaları arasında barındıran dergilerin içinde kaybolarak geçirir. Ve bir gün Ellie ile tanışır. O Ellie, bir süre sonra Ellie Friedricksen olacaktır. Ortak hayalleri olan bireylerin birbirleriyle anlaşamaması mümkün mü? Olabilir tabii, neden olmasın ki? Bu hikâyede değil ama. Çocukluk, dostluk, gençlik, evlilik, aynı evi ısıtan iki yürek, ortak hayaller, evi bir arada tutan iki kolon ve kolonlardan biri yıkıldığında ayakta kalan diğeri üzerine bir öykü Yukarı Bak.
Carl Friedricksen eşi Ellie ölünce giderek betonlaşan kentin orta yerinde masumca duran müstakil evinde kalan günlerini beklemektedir. Bir gün tozlu raflar arasında bulduğu bir defter oturduğu koltuğu fırlatıp atmasına neden olacaktır. Defter Ellie'den kalmıştır. Üzerinde de kocaman harflerle "Stuff I'm Going to Do" yazmaktadır. Fakat ardı ardına çevrilen tüm sayfalar gösterir ki Ellie hayallerini de beraberinde götürmüştür. Carl Friedricksen tahmini mümkün olmayacak kadar helyumla dolu balonu evinin bacasından salar ve en büyük hayallerini gerçek kılar: O artık gökyüzünün hakimi olma yolundadır.
Şayet Yukarı Bak damarlarında kan dolaşan aktör/aktristler ile çekilen bir film olsaydı rahatlıkla burun kıvırabileceğimiz bir yapım olabilirdi. Fakat film bir animasyon olunca ve arkasına Disney ile Pixar gibi iki devi alınca size yayılıp izlemek ve keyfine varmak kalıyor. Animasyonlar ile istediğinizi yapabilirsiniz sinema dünyasında. Gerektiğinde çocukların ihtiyacı olanı verip onları eğlendirebilirken, kimi zaman yetişkinleri yüreklerinden yakalayabilirsiniz. Üstelik ne yaparsanız yapın kimse sizi yadırgamaz, "Bu da olur mu canım?" diye sormaz. Pastel renklerin büyüsü bunu emreder çünkü. Issız Adam'da yakalayamayacağınız duyguyu Up'da rahatlıkla elde edebilirsiniz mesela. Fakat yine önyargılarınızın süzgecinden geçmelisiniz. Neticede animasyon film. Pardon, "çizgi film" demeliydim sanırım.
Animasyon filmler duyguyu daha mı güzel anlatıyor bilemiyorum ama her daim beni görece daha fazla duygulandırdıkları kesin. Nedenini bilemiyorum. Gülmeyi ve üzüntüyü harmanlayabiliyor olmaları duygularımı köpürtüyor olabilir pek tabii, yine bilemedim. Ziyanı da yok... O defterin başlığı "Stuff I've Done" olarak değişiyor ya nihayetinde, cidden ziyanı yok.

Hiç yorum yok: