Life is in their hands - Death is on their minds!
"We hate some persons because we do not know them; and we will not know them because we hate them." Böyle diyor İngiliz yazar Charles Caleb Colton önyargılar üzerine. Özetle insanları tanımaya çabalamadığımızdan ve bunun da önyargıya neden olduğundan dem vuruyor. Einstein'e kulak kabarttığımızda, konsept olarak o da farklı bir şey söylemiyor. Ona göre ise önyargıların parçalanması atomun parçalanmasından çok daha zordur.
Bu noktada önyargının ortaya çıktığı yerde adalet kavramının olduğunu iddia edebilir miyiz? Sokakta gördüğümüz bir dilenciyi önyargılarımız yüzünden yargılayabilir miyiz? Aynı pencereden baktığımızda kendimiz önyargı süzgecinden bir bütün olarak, eksiksiz, geçebilir miyiz? Bir hakimin mahkeme salonuna girerken üzerindeki cüppesini giymeden evvel üzerindeki ceketi çıkarması yetmez elbette ki. Ondan beklenen o salona girmeden evvel önyargılarını dışarıda bırakmasıdır. Adalet terazisinin kefeleri işte o vakit birbirlerine söz geçiremez ve dengede durur.
Ne vakit baştan sona tek bir mekanda geçen bir film bulsam kaçırmam, izlerim. Bu tip filmler beni oldukça cezbeder. Ve çok büyük bir istisna olmadığı müddetçe de hayalkırıklığına uğramam. Bir kere yaşanan mekan kıtlığının karşısında sağlam bir senaryo mutlaka bulunur. Futbolda dar alanda kısa paslaşma yapmak ne kadar zorsa, tek bir mekanda oyunculuk yapmak da o denli zor olacağından harika performanslar da bu tip filmlerde bulunur. Senaryo ile bütünlük sağlayan keskin diyaloglar da cabasıdır ayrıca. Bu tarz filmler arasında The Man from Earth, Unknown, Reservoir Dogs, Rear Window ve Phone Booth aklıma ilk gelenler. Fakat hiçbirisinin 1957 yapımı 12 Angry Men kadar çarpıcı olmadığını hiç çekinmeden iddia edebilirim. Bu film bambaşka...
12 Angry Men, babasını öldürmek suçundan yargılanan 18 yaşındaki bir gencin hayatının küçük bir odadan çıkacak karara bağlanışına odaklanır. Bir odada toplanan 12 jüri üyesi, gencin idam cezasına çarptırılıp çarptırılmayacağını belirleyeceklerdir. Odaya giren jüri üyeleri yanlarında yaşanmışlıklarını ve daha da önemlisi buna bağlı olarak önyargılarını getirmişlerdir. Karar elbette ki oybirliği ile alınacaktır. Jüri başkanı oylamayı başlatır. 11 jüri kararını idamdan yana vermişken, 8 numaralı jürinin karşı çıkması ile işler karışır. Bundan sonrası kalan üyelerin 8 numaralı jüriyi ikna etme çabaları ve söz konusu jürinin kararında diretmesi ile uzun bir tartışmaya kayar.
1 numaralı jüri üyesi aynı zamanda jüri başkanı olduğundan herkese eşit mesafede yaklaşmaya meyillidir. Bir lisenin futbol takımında antrenörlük yapmaktadır.
2 numaralı jüri üyesi banka memurudur. Çekingen ve ürkek tavırları ile sürü psikolojisine belki de en fazla ayak uyduracak olandır.
3 numaralı jüri üyesi ise bir kurye servisinin sahibidir. 8 numaralı jüri ile birlikte en hararetli tartışmaları bu üye yapacaktır. Sanığın yaşlarında bir oğlu vardır ve onun kavgalıdır. Uzun zamandır görüşmemektedir.
4 numaralı üye mantığını her şeyin ötesine yerleştiren biridir. Borsacıdır.
5 numaralı üye bir hayli düşüncelidir. Geçmişi ile bitmeyen bir hesaplaşması vardır. Sanık gibi kenar mahallelerde yetişmiş fakat kendini beladan uzak tutmayı başarmıştır.
6 numaralı üye boyacılık yapmaktadır. Adaletsizliğe tahammülü olmayışı şöyle dursun, yaşça büyüklerine karşı da bir hayli saygılıdır.
7 numaralı jüri üyesi ise gruptaki en enteresan üyelerden biridir. Beyzbol fanatiğidir. Sürekli kazananın yanında yer almaktadır. Kararını "infaz" yönünde kullanmasının bunda payı olmadığını iddia edemeyiz. Pazarlamacıdır.
8 numaralı jüri üyesi ise sıradışılığı ile dikkati çekendir. Mimarlık yapmaktadır. Adalet dağıtmanın ciddi bir iş olduğu konusunda kendisini ikna etmiştir.
9 numaralı üye ise grubun en yaşlısı olmakla birlikte aynı zamanda en makulüdür.
10'uncu üye patrondur. Güçsüzü ezmeyi aslında en iyi o bilir. Ana dili İngilizce ile biraz sorunu vardır.
11 numaralı üye Amerikan Rüyası önünde el pençe divan durmuş vaziyettedir.
12 numaralı ve son üye de aklı daima başka yerlerde olan, kararın bir an evvel alınması yönünde ısrar eden biri.
Filmin yönetmeni Sidney Lumet, Akademi'nin Hitchcock ile birlikte belki de en fazla haksızlık ettiği isimlerden birisidir benim gözümde. Lumet ilki 12 Angry Men ile olmak üzere Dog Day Afternoon, Network, Prince of the City ve The Verdict ile olmak üzere toplam 5 defa Oscar'a aday gösterilmiş, fakat biriyle dahi ödüle sahip olamamıştır. 2005 yılındaki törende eline tutuşturulan onur ödülü ise züğürt tesellisi olmaktan öteye geçememiştir. 1957 yılında kamera arkasına geçtiği 12 Angry Men'de oldukça kısıtlı bir bütçe ile harikalar yaratmıştır Lumet. Öyle ki bugün bile bakınca bir başyapıtın nasıl ete kemiğe büründürülmesi gerektiğini görüyoruz. Sanık koltuğundaki çocuğu neredeyse hiç göstermeden, dava hakkındaki tüm bilgileri 12 jürinin tartışması boyunca aktaran bir zekanın önünde hazır ola geçmek gerekir. Adaletin önyargılardan temizlenerek dağıtılması gerektiğini anlatırken yine de izleyiciyi bir tarafı tutmaya yönlendirmemek de önemli bir husus. Zaten baktığımızda verilmek istenilenin sanığın suçsuzluğunun ispatı değil, adil yargılama olduğunu da kapıyoruz. Kilit nokta da budur.
Yönetmenin elindeki sınırlı tekniklerle satır aralarına sıkıştırdıkları da kayda değer. Özellikle sıcak bir yaz gününü bir an önce noktalamak isteyen bünyelerin ruh haline göre zamanla havanın değişmesi oldukça ince bir ayrıntı.
Filmin 12 oyuncusu arasındaki en ağır top Hollywood'un efsane ismi Henry Fonda. ABD'de yapılan bir ankette tüm zamanların en iyi 10 sinema yıldızından biri olarak kayıtlara geçen Fonda, On Golden Pond filmindeki rolüyle de en iyi erkek oyuncu dalında Oscar'ın sahibi olmuştu. John Steinbeck'in aynı adlı eserinden uyarlanan The Grapes of the Wrath'daki performansı ile de dikkat çekmişti. Fonda'yı 12 Angry Men'de muhalif 8 numaralı üye olarak izliyoruz.
Filmdeki performansı ile dikkat çeken isimlerden bir diğeri ise Lee J. Cobb. Özellikle Fonda ile girdiği polemikler filmin en can alıcı diyaloglarını oluşturmakta. 2 defa Oscar'a aday gösterilen Cobb'u Jason Segel'e aşırı derecede benzettiğimi de eklemeden geçemeyeceğim. Öyle ki aralarında bir kan bağı aramadığımı söylesem yalan söylemiş olurum.
Yapımını üzerinden 52 sene geçen filmdeki jüri üyelerine hayat veren aktörlerden gün itibariyle yalnızca biri hayatta. O da 5 numaralı jüriyi canlandıran Jack Klugman.
Siyah beyaz filmlere burun kıvıran çok bu zamanda. Hele bir de çıkıp siyah beyaz bir filmin baştan sona tek bir mekanda geçtiğini ve derin diyaloglarla örülü olduğunu söylesem, Esra Erol izlemeyi buna tercih edebilir günümüz gençliği. Fakat burada bile önyargımız ön plana çıkıyor işte. Ve ilacımız tam da bu film. Doğru veya yanlış, kararın ne olduğundan çok adil yargılama üzerine bir film 12 Angry Men. Amerikan yargı sistemine bir övgü değil, yergi aynı zamanda... Sonu itibariyle tahmin edilebilir bir çizgide seyretse de amacın zaten bu olmadığı kendi belli ediyor. Neticede izleyici 90 dakikanın sonunda kendi kararını kendi veriyor: Çocuk suçlu mu, değil mi? Yoksa önyargılarımızda mı bütün suç?
Yeni düşman ‘wokizm’
-
ABD’de Demokratlar seçim yenilgisinin nedenlerini araştırıyor. *Sınıftan
kopmak, “Wokizm”* (*“woke”* savları savunmak) önde gelen nedenler
arasında. ...
3 gün önce
2 yorum:
2 yıl önce gibi birşeydi, Nikita Mihalkov bu filmi günümüz Rusyasına uyarlayıp çekmişti.Rus ordusunda görevli biri ölüyor,ölümünden sonra sanık olarak yargılanan bir Çeçen'in suçlu olup olmadığına karar veren 12 karakter vardı filmde.
Türkiye'de vizyona girmedi hiç.(girmiş de olabilir?)Fakat film bir yerlerde birşeyler kazandı hatta jüride Ferzan Özpetek vardı,sonrasında Oscarcığa giderken takılıp düştü mü,kucakladı mı bilgim yok.
Oscar'a gidiyordu fakat düşürdüler onu. Bunda filmin bir yeniden çevrim olmasının yanında, ödülü alan yapımın Yahudi soykırımı temalı olmasının da payı büyük. Bir film Naziler'e vuruyorsa ödül doğrudan eline tutuşturuluveriyor tabii. Şaşmıyor artık. Bunun dışında neden yazıda yer vermemişim bilmiyorum. Bahsettiğin 2007 yapımı Rus uyarlamasının yanı sıra bir de 1997 yapımı Amerikan uyarlaması vardır 12 Angry Men'in. Her ikisi de kaliteli yapımlardır. Fakat sen yine de, izlememiş olduğunu varsayarak söylüyorum, 1957 yılının mahsulünü tercih et. O zamanların ürünleri daha iyi oluyormuş. Bir arkadaşım öyle söyledi :)
Yorum Gönder