4 Eylül 2009 Cuma

What's Eating Gilbert Grape

Elinizdeki tabaktan üzüm salkımını kaldırdığınızda dikkatli bakarsanız araya birkaç büzülmüş, kurumuş tanenin karıştığını görürsünüz. Bir şeylere inat eder gibi bir halleri vardır onların. Kopmak istemedikleri için o hâle gelmeyi göze almış olabilirler pek tabii, zira siz zaten koparmazsınız o taneleri.
Başındaki hangi dertle uğraşsın zavallı Gilbert Grape? Koltuğundan kalkamayacak kadar kilolu bir anne, baş belası bir kız kardeş, gizli kapaklı görüştüğü kadının kocası, karavanla yaşadığı kasabaya uğrayan güzel Becky ve hepsinden önemlisi 18 yaşına girmeye hazırlanan zihinsel özürlü kardeşi Arnie... 225 kiloluk annesi nasıl tıkılmış kalmışsa koltuğuna, Gilbert de bundan farksız bir şekilde yaşadığı kasaba ve dertleri arasında bir yerlere sıkışmış kalmıştır. Fakat kardeşi Arnie'nin gözünde farklı bir yeri vardır. Ona göre Gilbert bu gezegendeki en muhteşem varlıktır.
Kendisi hakkında isteyecek hiçbir şeyi olmayan bir adamın hikâyesini anlatıyor What's Eating Gilbert Grape. Bunu zaten filmde Gilbert kendisi ifade ediyor. Yeni bir ev istiyor mesela ailesi için, kardeşine yeni bir beyin ve annesi için düzenli bir egzersiz programı... Başkalarının yaşamına istemeden adapte olmak zorunda olan, fakat her daim kendisine yabancı kalmış bir adam o.
Güzel senaryosu, naifliği ve sıcaklığının yanında üstün performansları ile de akıllara kazınan bu filmin yönetmen koltuğunda 3 Oscar adaylığı bulunan İsveçli yönetmen Lasse Hallström bulunuyor. Daha öncesinde, 1985'de, My Life as a Dog ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen What's Eating Gilbert Grape ile Hollywood'a sağlam bir adım atarak girdi.
Filmin oyuncuları arasında en çok dikkat çeken isim hiç şüphesiz Johnny Depp. Kendisi tahmin edilebileceği üzere ailenin tüm yükünü omuzlarına alan Gilbert karakterine can veriyor. Bu adamın oyunculuğunu anlatmaya gerek yok. Zaten Hollywood denince benim aklıma gelen iki isimden biri budur. Öyle sanıyorum ki Gilbert Grape rolü için de Depp'den başka bir isim düşünülemezdi. Karakterin yıpranmışlığını yüzüne işlemiş bu adam. Yine de Depp'in oyunculuğu şöyle dursun, bu filmde ortaya koyduğu performans ile Depp'i bile unutturan bir oyuncu var. Kendisi Leonardo DiCaprio olur.
Leonardo DiCaprio denince insanlar biraz temkinli yaklaşıyorlar. Brad Pitt'de veya Angelina Jolie'de olduğu gibi. Bunun sebebi hiç kuşkusuz bu isimlerin yaradılışlarından gelen güzellikleri. Öyle bir kanı oluşmuş ki sanırsınız güzel yüzlü insanlar başarılarını kara kaşlarına kara gözlerine borçlu. Yok böyle bir şey! En azından DiCaprio bu filmde bunu kafalara kazıyor. Zihinsel özürlü bir genci öylesine güzel resmediyor ki kendisi hakkında bugüne dile getirilen tüm eleştirileri boşa çıkarıyor. Öyle ki kendisi pek bilinmeyen biri olsaydı, Arnie Grape karakterini gördükten sonra DiCaprio'nun gerçekten zihinsel özürlü olduğuna kalıbınızı basabilirdiniz. Öyle ki yıllar sonra dahi filmin adını duyduğunuzda kafanızda beliren ilk imge Arnie Grape'ninki oluyor. Akademi bu performans karşısında seyirci kalmamış, DiCaprio'yu henüz 18 yaşındayken en iyi yardımcı erkek oyuncu kategorisinde Oscar'a aday göstermişti.
Doğumundan itibaren bir kafere hapsolmuş kuşu düşünün. Gün gelip de kafesin kapağı açıldığında nasıl uçamayacaksa, Gilbert de tüm dertlerine rağmen terk edemez Endora'yı. İlk defa aşık olmuştur, gelip geçici olduğunu bile bile. Çünkü Becky oraya ait değildir. Karavanın dönme vakti gelmiştir. Gilbert'den beklenen "Gitme" demesidir. Ama o içi içine yese de istediğini vermez Becky'e. Gilbert'i yiyen budur belki de. Çünkü biliyordur dış dünyada daha güzel şeyler bekliyordur onu, Gilbert'in ise ona verebileceği tek bir şey yoktur. Arnie'nin kalan zamanını iyi geçirmesini sağlamak, kız kardeşine tahammül edebilmek, annesinin kilo sorununu dert etmek üçgeni arasında kapanıp kalmıştır o. Çok geç olmadan bir aileye sahip olduğunu da anlayacaktır. Hem de iyi bir aileye...

Hiç yorum yok: