Bugün okulların ilk günü...
Çocukluğum çok uzak bugün. Aslında bir o kadar da yakın. İnsan doğuştan yükümlü bu dünyada... Pek çok şeye hem de... Birtakım insanların tarih boyunca aldığı kararlar ve kurdukları düzen sebebiyle bazı zorunluluklara sahip oluyorsunuz. Anne karnındayken bana sorulsaydı, mağara insanı olmayı kendime yakıştırabilirdim sanırım. Hatta paralel evrende mutlaka öyle olmalıyım. Buna inancım sonsuz. Hoş, buna rağmen, madem ki biraz distopik konuşuyoruz, belki de bir tercih hakkım olsa hiç olmamayı dilerdim. Neme lazım! Birinin ölüm günü sizin doğum gününüz oluyor. Bir taraf kederden ağlarken, diğer taraf mutluluktan da ağlasa mutlaka ortak bir paydada buluşuluyor. Dünyanın neden yapıldığı konusunda biyoloji kitapları palavra sıkıyor. Basbayağı hammaddesi gözyaşı bu gezegenin.
Kendimi bilmeye başlamam kaç yaşıma tekabül eder, bilemem. Ancak okul yollarını aşındırmadan önce içimi kıpır kıpır eden bir hevese sahip olduğumu söyleyebilirim. Okula gitmek rüştünü ispat etmek demekti benim çevremde. Adam olmak demekti bir nebze... Okula gitmeyene kız vermezlerdi. Okula gitmeyenin karnı aç olurdu. Okula gitmeyen sokakta yatardı. Okula gitmeyen şöyleydi ve biraz da böyleydi. Abilere ve amcalara pipinizi göstermemekte diretirseniz ayıplanmazdınız belki ama okula gitmeyeceğinizi dile getirdiğinizde bir enik gibi ensenizden kavrardı birileri. Bu gazla başladım anaokuluna. Anaokulu dedikleri şeyin çorbadan olduğunu kavrayışım biraz zaman alacak olsa da, adında bulunan okul kelimesinin bir albenisi vardı sanki. Beslenme çantamdan çıkan örümceği gördükten sonra firar ettim, o ayrı.
Bugün okulların ilk günü...
El mahkumdu ilk zil çaldığında. Sonra da öyleydi... Dedim ya, zorunluluk.
"Okumayıp da ne yapacaktın be deli?" diyeni de anlarım. Fakat zaten sorunum okumamak değildi ki benim. Yaşıtları ebeveynlerine oyuncak sipariş verirken, sürekli kitap isteyen de benden başkası değildi sonuçta. Bu sığlığımla dile getirmekten kıvanç duyuyorum ki Erkin Koray'ı karşımda görsem, öpmek için ellerine kapanırım. Okumak ayrı şey ne de olsa! Yine de ilkokul macerama dönersek, bir altın çocuk olmadığımı rahatlıkla itiraf edebilirim. Bir ilkokul öğrencisinin notları ne kadar ortalama olabilirse o kadar ortalamaydı benimkilerde. Bu beş senelik dönemde altın madalyayı boynuma geçirdiğim iki dal vardı. Bunlardan birincisi okuma yarışları, diğeri ise kız arkadaşlarla olan ilişkilerim. İlişki derken... Gayet masumane...
Bugün okulların ilk günü...
Parlak bir öğrenci değildim. Bunu zaten söyledim. Artık ortaokuldayım. Matematiğim yıldızlı 1'di, fakat sorana büyüyünce bilgisayar mühendisi olacağım yalanını söylemeden edemedim. Aslına bakılırsa zevk de alıyordum. Birileri beni alaya alıyordu, karşılığı aynı şekilde verilmeliydi. En iyi notumu beden eğitiminden alıyordum. Bunda da okulun futbol takımında yer alıyor oluşumun etkisi vardı. Yoksa öğretmen basketbol topunu elime attığında tutmasını bilemeyip parmağını sakatlayan bir adamın beden eğitiminden bile kırık not alması abes sayılmazdı. Nedense şefkatliydi bedenciler (Bkz; bedenci), resimciler, müzikciler...
Evet, bugün okulların ilk günü...
Ergenlik sancılarıyla birlikte geldi lise dönemi... Kumaş pantolonlar, bembeyaz ütülü gömlekler, kravat... Herkes istediğini giyip gelse, olmuyormuş...
"Zorundasın arkadaşım! Statü farkı yaratamazsın."... Peki ağabey! İyi güzel de bu okul ne zaman bitecek be ağabey?
Öğretmenler ders anlatırken sıra altlarında hatmettiğim kitapların da yardımıyla üniversiteye şutladım kendimi. Kuzenlerimden birinin lafıdır, hiç unutamam. Şöyle demişti:
"Bak Anıl, şimdi çalış. Üniversiteye gidince zaten çalışmana bile gerek kalmayacak. Rahat edeceksin." Bok yemiş, afedersiniz. Tavuk muydum ben? Elbette biliyordum öyle olmayacağını ama hafiften umut da etmemiş değildim. Ne de güzel demiş modern ozan Karaca;
"Umut garibin ekmeği, umar ha umar umar..." Hayatımda ailemden ilk defa kopmuşum. İstanbul bir masaldı benim için, her gece uykudan önce kendime anlattığım. Masalların da gerçek olabileceğine o vakit inandım. 5 sene vardı önümde. Bitmek bilmeyecek 5 sene... Bir yanından tutarsanız muhteşemdi. Özgürlük, nihayet. O gün pazardı işte... Beni ilk kez güneşe çıkardıkları pazardı hem de...
Bugün okullar açıldı. Bilmem kaç milyon öğrenci daha eğitim görmeye başladı. Helalleri hoş olsun. Fakat hiçbiri koyun olmasın... Hayatımdaki ilk zorunluluktu bir okul bitirmek. Tam 17 sene okudum... Ne için? Bu an için. Büyüklerime sorsanız,
"O artık adam" derler hiç kuşkusuz. Okula gitmemenin nasıl bir şey olduğunu merak ederdim hep. Bugün görünce mavi önlüklüleri, beyaz gömleklileri ve tabii ki kravatlıları, gözlerim doldu. Artık okul yoktu. Şimdi düşünüyorum da, gerçekten çok mu kötüydü? Bilemiyorum. Bir başkaldırışın getirisiydi belki. Hayatta hiçbir zaman zorlanmaya gelemeyen bir bünyenin intikam arzusuydu...
Şimdi önümde tek bir zorunluluk kaldı... Bu ülkede erkek olarak dünyaya gelenleri bağlayan bir yükümlülük bu. Ben üniversitenin de sona ermesiyle artık özgürlüğüme kavuştuğumu düşünürken, hayattaki son zorunluluğum çıktı karşıma. Aralık ayında asker oluyorum. Vicdanımın sesini dinleme gibi bir ihtimalim de yok bu ülkede. Yani anlayacağınız, aralık ayından itibaren disiplinin ne olduğu öğretilip, adam edileceğim. Tekrar... Zorla... Dedim ya, hayattaki son yükümlülüğüm artık bu... Ondan sonrası iyilik sağlık...
Bugün zorunlulukların ilk günü...