2 Şubat 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #60

  • Evet, epey uzun süredir yoktum. Yoktum ama sorun önce bir neden yoktum! Evet, buna daha sonra değineceğim.
  • Yine de pek özlememişim sanki burayı.
  • Facebook'ta arkadaşlarımın iletilerini okumak son günlerdeki en büyük zevkim. O kadar komik oluyor ki ve biraz da, beni affetsinler, şapşalca... Yahu bu adamları bir de arkadaş diye eklemişiz. Nedir yani "Ağaçkakan Woody gibi gülmek istiyoruuuuuuum!"
  • Eti Bumbo vardı bir zamanlar. Böyle portakal aromalı ama aynı zamanda kakaolu... Ambalajını açıyordunuz, sonra Amazon'a düşmüş gibi oluyordunuz. Yahu hani içinden çıkmıyor muydu maymunu, aslanı, hipopotamı... Ondan bahsediyorum. Neyse... Geçtiğimiz günlerde yeniden rastladım ben bu Bumbo'ya. Kucak dolusu aldım sanki.
  • Lisedeyken her yazılıda öğretmenler sıra arkadaşımız ile aramıza çanta yerleştirirdi. Hep birbirimizin kağıdına bakmayalım diyeydi bunlar. Aramıza nifak tohumları atılamazdı, o ayrı.
  • Arkadaşlar ile birlikte yapılan kahvaltı, sonrasında birkaç saat süren kahvaltı masası muhabbeti gibisi yok herhalde.
  • AKP Kadın Kolları Filistin'e yardım toplamak amacıyla çay partisi düzenlemiş. Katılımcılar canlı müzik eşliğinde piste çıkıp kurtlarını dökmüş. Adı üstünde, parti!
  • Hrant Dink suikastinin üzerinden 2 yıl geçti. Olay hâlâ aydınlanmayı bekliyor. Devletin önde gelenleri her gün çıkıp umut dolu mesajlar dağıtmaya devam ediyorlar. Bunlar bana 24 Ocak 1993 günü Süleyman Demirel'in, Turgut Özal'ın, Erdal İnönü'nün verdikleri ama bir türlü yerine getiremedikleri sözleri hatırlatıyor.
  • O değil de bir "Gol Şov" programı vardı. Memet Ali Beeey sunardı, Simoviç kurtarırdı. Ah Simoviç, ah!
  • Bilinmeyen adında bir dergi varmış zamanında. Bir vakitler Kanal D'de yayınlanan ve Berna Laçin'in sunduğu Sınır Ötesi adlı programın yapımcıları çıkarıyormuş bu dergiyi. Bundan birkaç sene önce babamın arşivinde bulmuştum bu derginin otuza yakın sayısını. Hâlâ da duruyor sanırım. Yeniden çıkmaya başlamış bu dergi. Başında da Ata Nirun. Okunmaz ki artık bu fenomen!
  • Sınır Ötesi dedim de zamanında ne çok izlerdim ben bunu. İlkokuldaydım, ne zaman izlesem gecesine uyuyamazdım, ve fakat yine de izlerdim. Çok korkunçtu ama öyle böyle değil.
  • Üstad Mario Levi yeni kitabını yazdı. "Karanlık Çökerken Neredeydiniz?" raflardaki yerini aldı sıcağı sıcağına... 588 sayfa, Doğan Kitap...
  • Düşündüm de ben bir zamanlar parapsikolojiye fena sarmıştım. Ergun Candan diye bir adam vardı, kendisini hiç görmedim ama kitaplarını okurdum. Yaşanmış Esrarengiz Olaylar adında bir kitabı da vardı. Artık gülmek için okuyorum, o ayrı...
  • Ben bir de anlayamıyorum, UFO dediklerimiz neden sürekli amatör kameralara yakalanır. Biraz da profesyoneller yakalasın şunları. SHOW TV çıksın desin mesela "Kameralarımız bugün bir UFO'yu yakaladı, az sonraaa" diye, ya da Hürriyet.com'a girince görebilelim "UFO'nun çıplak fotoğrafları için tıklayın" yazısını, di mi ama...
  • Küçüktük ufacıktık... Fasulye, nohut ve bilimum bakliyatı kavanoz içinde karanlıkta bırakıp, onlara kök saldırırdık. Ne biçim ödevdi bu... Biz bu ödevden ne anladık!
  • Bir de patates baskısı yapardık. Yahu ne saçma işti. Bildiğin patates israfı... Çok güzel Ruffles olurdu onlardan. Yazık!
  • Uğur Gürsoy'un Fırat'ı ciltlenmiş halde kitapçılardaki yerini aldı. Gayet hoş, gayet komik.
  • 6 Ocak 2009... Saat gecenin 1'i... Halı sahada top koşturmaktayım. Hatırlarsanız bundan birkaç ay önce, yine Pazartesi Notları'ndan birinde, halı sahada kasap olmak temalı bir paragraf yazmıştım. Top oynamayı bilmeyen adam oynamamalıydı. Maçın bitmesine birkaç dakika kalmış. Orta sahada topu ayağıma almışım. Karşımda bir rakip. Önce topu sağından attım, sonra da kendimi topun peşine... O sırada ardımda bıraktığımı sandığım rakip oyuncu ayağını uzattı... Ayaklarımız kelepçelendi ve ben havada takla attıktan sonra sol omzumun üstüne oldukça sert bir biçimde düştüm. Öyle bir düşüştü ki bedenimin yerle sabitlendiği an başıma kötü bir şeyin geldiğini anlamakta güçlük çekmedim. Sol omzumu ve aşağısını hissetmiyordum. İnanılmaz bir uyuşukluk, inanılmaz bir ağrı... Maç bırakılmış, herkes başıma üşüşmüş. "Kolunu kaldır" diyorlar, bırakın kaldırmayı oynatmak bile mümkün değil. O güne kadar hiçbir yerim kırılmamıştı ve ben kendime bunu yakıştıramıyordum. Az sonra geçeceğine kendimi inandırmıştım. 10 dakika kadar yerde kaldıktan sonra destek olanların yardımıyla ayaklanmayı başardım. Çıkmadan önce görevliden bir poşetin içinde buz istemiştim. Sahadan çıkarken geldi o buz... Tam sağ elimle alıp sızlayan yere yerleştirecektim ki düştüğüm bölgede bir kemiğin bedenle bağlarını koparmış olduğunu ve deriyi zorladığını gördüm. Sonrası bir hayli moral bozukluğu... Gecenin bir yarısı hastane kapılarına düştüm. Zamanlamam da müthişti; finallerin arifesi... Önce üzerine düştüğüm bölgenin filmi çekildi, bunu nedenini sonradan anlayacağım bir akciğer filmi takip etti. Sol köprücük kemiğimi kırmıştım. Moral vermek konusunda üstlerine olmayan doktorlar bu kemiğin hiçbir zaman tam olarak kaynamayacağından bahsettiler. Omuz bölgesini alçıya almak da mümkün olmadığı için "8 Bandaj" adı verilen bir zımbırtıyı sırtıma yerleştirdiler. Sonra ben eve gittim... Ne uyumak mümkün oluyordu ne de tek başıma giyinmek. Yemek yemek bile zor geliyordu. Hayatım bir süre mahvolmuş halde sürüp gidecekti anlaşılan. İkinci günün sonunda ağrılar azalmayınca ve durumum daha da kötüye gidince bir başka hastanede aldım soluğu. Ortopedist halime şöyle bir baktı, sonra da sırtımdaki "8 Bandaj"a... Öyle sarılmazmış o zımbırtı... Bir güzel çıkardılar bandajı... Sonra doktor eliyle kırığı kurcaladı. Hayattan birkaç saniyeliğine koptum sanki. Sonradan daha rahat ve daha faydalı olduğuna inandığım bir başka bandajı sırtıma yerleştirdiler. Gitmişken akciğer filminin esprisini de sorayım dedim. Köprücük kemiği kırığı bazen akciğere saplanabiliyormuş ve bu durum tehlike yaratabiliyormuş. İlginç ama bana söylenen bu... O hastaneden de çıktım. 3 hafta boyunca sırtüstü ve kollarım yana açık şekilde yattım. Geçtiğimiz günlerde kontrole gittim ve doktor sırtımdaki lanet şeyi çıkarmaya karar verdi. Bandaj çıktı... Sol kolumda inanılmaz bir güçsüzlük hissettim. Bıraksam düşecek gibiydi... Üstüne üstlük aynaya her baktığımda kırığı belli bir şekilde görecektim, dokununca hissedecektim. Şu an sol kolumu az da olsa kullanabiliyorum. Yüzde vermem gerekirse %50 derim... Tam olarak kullanabilmek içinse 4-5 ay kadar daha bekleyebilirmişim. Şu an bana sorsanız hiçbir zaman eskisi kadar iyi kullanamayacakmışım gibi geliyor ve bu moralimi fena halde bozuyor. Eğer ki benimle aynı sorunu yaşamış biri varsa ve yazdıklarımı okumuşsa bana iyileşme sürecinin ardından kolunu eskisi gibi kullanıp kullanamadığını yazarsa mutlu olurum tabii. İşte uzun süredir blogda olamamamın sebebi buydu. Görüşmek üzere...

7 yorum:

Mobius dedi ki...

Anııl "seviyorum seni" demek geldi içimden ve dedim...Bu kadar.

bilog dedi ki...

Anııl "özledim ulan seni" demek geldi içimden ve dedim... Bu kadar değil ama :)

Bana "bizim Oktay"ı hatırlatıyorsun. Tabi sorunu aynı yerden değildi ama onun da kötüydü hatırlarsan. Doktor ona hep bir yürüme problemi olacağını söylemişti. Şu an gayet iyi. Sanki yürürken biraz yamuk yürüyo gerçi ama, bu olaydan önce de öyle değil miydi? :)

Yani diyeceğim, ne kadar zaman vereyim bilemedim ama, 2 yıl kadar sonra bu olayı belki de hatırlamayacaksın yahu. Ben artık her şeye böyle bakıyorum. Başıma bir şey gelince "ben bu olayı 1-2 yıl sonra hatırlamayacağım bile." deyip kendimi üzmemeye çalışıyorum. Ki gerçekten 1-2 sene sonra unutuyorum. Hatırlarsam da gülüyorum o zamanki halime :)

Gerçi seninki kadar bir olay gelmedi başıma. Ama olsundur sen yine de dene bunu.

Anıl dedi ki...

bilog,

Oktay ayağını sakatladığında ben de vardım. Epey bir süre destek yardımıyla yürümek zorunda kalmıştı. Sonuçta başımıza bir şeyler gelebileceğinin bilinciyle oynuyoruz ama başımıza gelince de kendimize konduramıyoruz. Umarım dediğin gibi olur. Aslına bakarsan daha tam 1 ay bile olmamışken çok şey bekliyorum sanırım. Fazla mı sabırsızım neyim!

Adsız dedi ki...

Selam Anılcım,

Öncelikle geçmiş olsun, çok üzüldüm yaşadıklarına. Ben de neden ara verdiğini merak ediyordum. (Şimdi de klavye min nede n atlayarak yazdığını merak ediyorum:)) Peki,bu süreci İstanbul'da yalnız başına mı geçirdin? Ben uzun süredir Ankaradayım, annenle görüşmedim hiç. Kolundaki güçsüzlük için biraz aceleci davrandığını düşünüyorum. Gariban 3 haftadır hapis elbette özgürlüğe alışması biraz zaman alacaktır, canını sıkma:) Kayınvalidem (annenin Saadet teyzesi) hacca gittiğinde el bileğini kırmıştı. Alelusül yapılan alçı ve yaşı nedeniyle eğri kaynadı, çok ağrısı vardı ve dermansızdı eli. Üstelik götürdüğümüz doktor şiddetli kemik erimesinden ve yaşından dolayı bu kaynamanın bile mucize olduğunu,elini mümkün olduğunca çok hareket ettirmesini söyledi. Şua nda 2 yıl geçti ve gayet rahat kullanıyor elini 80i aşmış yaşına rağmen. Onun için hiç endişe etme, sen gençsin, çok daha kolay atlatırsın. Tekrar geçmiş olsun diyor öpüyorum seni. Bu arada 'Fırat'ı bend e aldım ve okudum. süper ötesi:)) NURŞEN GÜLLÜOĞLU

Adsız dedi ki...

Çok özledim bu pazartesi notlarını,

Çokk geçmiş olsun,gerçekten çok üzüldüm.

bu arada bumbolar muzlu sütle bir harika oluyor.Benden söylemesi.

tekrar geçmiş olsun:)

Anıl dedi ki...

mistik,

teşekkür ediyorum. Tavsiyeni de en kısa zamanda deneyeceğim :)

Bir daha bu kadar uzun ara vermemek ümidiyle...

Anıl dedi ki...

bilog,

Muhtemelen kendim çalıp kendim oynuyor olacağım ama aradan neredeyse 4 sene geçmiş ve ne iz kaldı ne de bir noksanlık :) Yıllar sonra rast geldim bu yazıya ve aydınlatayım istedim. Hehe :)