10 Ağustos 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #86

  • Rize Atatürk Stadı’nın yıkılıp yerine alışveriş merkezi açılacak olması, yapılan yeni stadın adının Tayyip Erdoğan Stadı olması…
  • Habertürk’deki değişimin çok hızlı olması… Birkaç gün içinde önce Ahmet Mahmut Ünlü’nün, sonra da Adnan Oktar’ın canlı yayında saatlerce konuşturulması… Antiteze yer vermeden tartışma platformu kurulması… (Ne habersin ne Türk’sün)
  • Adnan Oktar’ın evrim geçirme ihtimali…
  • Antalya Beach Park'da 1 haftadır ücretsiz kutu Coca-Cola Zero dağıtılması... Görmemişlerin aldıkları tek bir tane ile yetinememeleri... Dağıtılan kolaların anında açılıp verilmesine karşın cin fikirli halkın 2,5 litrelik pet şişelere kolaları stok yapmaları...
  • Tobias Linderoth'un artık dayaklık olması...
  • The Imaginarium of Doctor Parnassus'un ekim ayında vizyona girecek olması... Artık fragmanın kesmemesi...
  • Prince of Persia: The Sands of Time'nin de beyaz perdeye aktarılması, d0ğal olarak heyecan katsayısının artması...
  • TÜBİTAK'ın geliştirmiş olduğu T1 adlı malzeme ile kimyasal silahların önüne geçebilecek olması... Bunun TÜBİTAK'ın da evrim geçirebileceğine kanıt olması...
  • Messenger'in 10 yaşına ayak basmış olması... (Ne ki bu şimdi?)
  • Bu haftalık da bu kadar olması... Bir şeye benzememesi...
  • Evet!

La Stanza del Figlio

Koskoca şehirde herkes kendi hayatını yaşarken, ne bileyim, gülüp eğlenirken illa ki uzaklara boş boş bakıp, mantık arayan birileri bulunur. Garip bir hüzün vardır üzerlerinde... Çaresizlik bir de... Çaresizlik demişken, var mıdır acaba bu dünyada insanı karanlıkta çırılçıplak ve bir başına bırakan başka bir duygu? Bir şeyleri değiştirmek istersiniz. Mesela zamanla oynamak, kim bilir? Yelkovanı parmakla geriye itmek küçük bir oyundan ibaret olmasa keşke! Geçmişe bakıldığında çoğu kez görülen pişmanlıktır. Bu pişmanlıkların getirisidir çaresizlikler. Zamanı ertelemek ile üzerimize çöken ölüm sessizliği arasında ne gibi bir bağdır?
Küçük bir İtalyan kabasına götürüyor bizi La Stanza del Figlio. Dört kişilik bir çekirdek aile... Psikoterapist bir baba, duygusal bir anne, basketbolun peşinden koşturan bir kız ve sualtında farklı bir dünya bulan oğul Andrea. Baba Giovanni mesleğinde pek iddialı olmasa da hastaları için vazgeçilmezdir. Tüm gününü hastalarına ayırdığı için ailesine ancak pazar günlerini birlikte olabilmektedir. Yine bir pazar günü ailecek yapılan mutlu bir kahvaltının ardından oğlu Andrea ile koşuya çıkmak ister. Andrea arkadaşları ile dalışa gidecek olmasına rağmen babasının bu isteğini kırmaz. Fakat çalan bir telefon Giovanni'nin hastalarından biriyle acilen görüşmesi gerektiğini işaret eder. Baba ve oğul koşuyu bir hafta sonra ertelerler. Giovanni hastasının yanına, Andrea ise arkadaşlarıyla dalışa gider. Geriye dönmeyecektir...
Ödüllü İtalyan yönetmen ve oyuncu Nanni Moretti'nin 2001 yılında yazıp, yönetip, üstüne oyunculuğuyla da katkıda bulunduğu bir film Oğul Odası. Film İtalya'da ve Avrupa'da o kadar başarılı bulundu ki nihayetinde aynı yıl Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yi kucakladı. Moretti, Oğul Odası'nda duygu sömürüsüne başvurmadan hayatın içinden, kaçınılmaz sona atıfta bulunan bir drama imza atıyor. Oğlunu kaybeden bir babanın yaşadığı iç hesaplaşmalar, oğlunun sonuna farkında olmadan zemin hazırlayan hastası ile yüzleştiği sahnelerde çok daha belirginleşiyor. İnsanların iyi hissetmesi için tavsiyelerde bulunan adam en sonunda kendine bile söz geçiremeyecek bir hale geliyor. Zaman artık eskisi gibi akmaz onun için... Bu yüzden teypte çalan müziği istediğimiz gibi ileri ya da geri sarmaya benzemiyor hayat.
Cannes'de elde ettiği büyük başarıya rağmen bir başyapıt değil La Stanza del Figlio. Yine de filmin süresinin uzun tutulmaması, verilmek istenilenin kısa zamanda verilmesi ve tabii ki beklenmedik finali ile izleyeni çekmeyi biliyor. Zamanı ertelememenin gerekliliği üzerine, ateşin gerçekten düştüğü yeri yakıyor oluşunu derin bir ölüm sessizliği ile aktarıyor Oğul Odası.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Büyük Filmlerden Büyük Replikler - Volume 65

"Because a man who doesn't spend time with his family can never be a real man." (The Godfather - Marlon Brando)

The Lovely Bones

Daha önce The Lovely Bones'in Peter Jackson tarafından beyaz perdeye aktarılacağını söylemiştim. Aradan neredeyse 2 sene geçti ve filmin fragmanı görücüye çıktı. Kitabın havasına yaraşır bir film olacağa benziyor. İmzayı atan Peter Jackson olunca şaşırmıyoruz tabii. Yeni Zelanda'da çekimleri tamamlanan filmin yapımcılığını WingNut Films üstleniyor. Bir aksilik çıkmadığı takdirde yeni yılın ilk ayında sinema salonlarındaki yerini alacak. Bu arada... Peter Jackson da gün be gün gençleşmekte.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

My Life According To "Radiohead"

Harıl harıl mim aradığım falan yok fakat güzel bir tane geldiğinde yan cebime konsun istiyorum. Bilog'a gelmiş bir tane. Okuması gayet zevkli bir mim yazmış. Sonra da sepete üç sayılık bir asist yapmış. Kabul ediyoruz tabii ki...
Bu pek bir güzel mim aynı zaman da pek bir enteresan. Şöyle ki; belirlenmiş birkaç soru var ve bize düşen bu sorulara cevap vermek. Yalnız cevaplama yöntemi biraz farklı bir sanatçı ya da müzik grubunu seçip, her bir soruya o sanatçı/müzik grubunun şarkı isimleriyle yanıt veriyoruz. Bilog, Abaragandi'de bu mime Pink Floyd parçalarıyla cevap verirken, benim tercihim Radiohead'dan yana oldu. Bu kadar laf yeter. Başlayalım!

Male or Female?
Vegetable

Describe Yourself:
Optimistic

How Do You Feel?
How Do You?

Describe Where You Currently Live:
Inside My Head

If You Could Go Anywhere, Where Would You Go?
Where I End and You Begin

Your Favorite Form of Transportation:
Creep

Your Best Friend Is:
Paranoid Android

What's The Weather Like:
High and Dry

Favorite Time of Day:
Go to Sleep

If Your Life Was A TV Show, What Would It Be Called?
Anyone Can Play Guitar

What Is Life To You?
In Limbo

Your Fear:
Bodysnatchers

What Is The Best Advise You Have To Give:
True Love Waits

Thought For The Day:
How To Disappear Completely

How I Would Like To Die:
Thinking About You

My Soul's Present Condition:
Climbing Up The Walls

My Motto:
Prove Yourself


Okuması nasıl bilemem, fakat yazması çok keyifliydi. Beenmaya ve Arcoiris'e paslar benden...