26 Ekim 2009 Pazartesi

Büyük Filmlerden Büyük Replikler - Volume 68

- What do you want? (Kevin Bacon)
- What I've always wanted... To watch you die. (Ron Eldard)

(Sleepers)

Pazartesi Notları #95

  • Pek bir şey yok bu hafta. İlla ki benden bir şeyler okumak isteyen varsa diğer bloga uğramasını rica edeceğim. Zira bugünkü hissiyatımı zaten kustum orada.
  • Haftaya görüşmek üzere.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #94

  • Samimi olalım şimdi...Tam dairenizden çıkıyorsunuz ki alt katlardan yukarıya doğru çıkmakta olan ayakların sesi kulağınıza çalınıyor. Böyle bir durumda gelenlerle karşılaşmamak için gerisin geri dairenize döndüğünüz oldu mu hiç?
  • Antalya'da üst geçitlerin yürüyen merdivenli ve asansörlü olduğunu daha önce belirtmiştim sanırım. Çocukların oyuncağı oldu bunlar... Kimisi inen tarafı çıkmak için, kimisi de çıkan tarafı inmek için kullanıyor. Son cümlenin abidikliğini geçtim de siz denediniz mi hiç bunu? Denediyseniz sona ulaşabildiniz mi? Ulaşabildiyseniz başınız göğe erdi mi?
  • Abidiklikten bahsetmişken... Bir Abidin vardı, sahi ne oldu ona?
  • Milka Triolade'yi denediniz mi bilmiyorum ama çikolatanın nirvanası olduğu konusunda sizi temin ederim.
  • Nestle Bisküvili de epey hoş esasında.
  • Hay bu çikolata sevdama...
  • Çikolataya "çikilota" diyen bir arkadaşa da sahibim ben.
  • Çukulata diyeni duymuştum ama çikilota da ne ola ki?
  • 10 senedir forma alıyorum, rahatlıkla iddia edebilirim ki içlerinde en kalitesizi mor forma. Forma güzel o ayrı. Fakat hafif bir zorlama ile yırtılıp gidecek diye korkuyorum. Hem bu sezonki forma baskıları da çok gubidik. İlk yıkamada söküldü gitti güzelim "Kewell 19" baskısı. Üzerindeki arma olmasa atlet niyetine bile giyilmez.
  • İlkokuldan liseye kadar sürekli erken kalkmak zorunda kaldım. Hayır, inadına uykuyu seven bir yapım var. Yaradılışım böyle, ben ne yapabilirim. Neyse... Üniversitede işler biraz değişti. Biraz ama... Gün genellikle sabah 9'da başlardı. Birkaç gün öğleden sonra başlar, ara sıra da hiç olmazdı. Böyle günlerde uykudan başım ağrıyana kadar yataktan çıkmadığım günleri bilirim. Madem lafını açtık devam edelim öyleyse... Bundan birkaç sene evvel, bir cumartesi gecesi, başımı yastığa koydum. Geceleri genellikle böyle yapılır çünkü. Bir ara kalktım... Oda kapkaranlık... Başımı yastığa geri koydum... Bir süre sonra telefonum çalmaya başladı. Annem arıyordu... "Yuh" dedim, "gece gece neden arıyor?" Dedim "Hayırdır?" Annem gayet sakin "Hiiiiç, aramam için bir neden mi olması gerek?" "Hayır da anne bu saatte neden arıyorsun?" O an öğrendim ki saat 18:00'ı geçeli pek olmamış. Bu olayı da geçelim... Malum birkaç aya kadar asker oluyorum falan filan... En azından gidene kadar uyuyabildiğim kadar uyumak istiyorum ben. Her sabah üzerimden yorganı hışımla çekip atan bir annem var benim. O da haklıdır belki.
  • İzlemeyeceğim Nefes'i.
  • Evet, gereğinden fazla üç nokta kullandığımın farkındayım.
  • Nobel Barış Ödülü'nü alan Obama hakkında ne düşünüyorsunuz ki?
  • Altın Portakal'ın filmleri iyiydi de çevresi kötüydü? O nasıl bir ödül töreniydi öyle! Türkiye'nin en prestiji film festivali olduğunu iddia ediyorsun fakat rezalet ötesi bir geceyle festivale son noktayı koyuyorsun. Sanatçısını döven bir ülkenin yapacağı festivalden ne olur ki!
  • Hayat mı? Bir şekilde devam ediyor işte...

16 Ekim 2009 Cuma

City Lights

Kendi karnını bile zor doyuran bir adam, döndüğü ilk köşebaşında çiçek satmakta olan genç ve güzel kızı görünce nutku tutulur. Hâline bakmayı aklına dahi getirmeyen adam cebini yoklar ve çıkan son kuruşu çiçekçi kızın eline tutuşturur. O an farkına varır ki çiçekçi kız kördür. Şapkası sallanır, pantolonunun askılarından biri kopar... Paytak paytak yoluna devam eder etmesine de aklı kızda kalmıştır bir kere. Bir şekilde kıza yardım etmeyi de kafasına koymayı ihmal etmemiştir bu arada. Yol alırken bir adama takılır gözü. Zil zurna sarhoştur adam ve intihar etmek üzeredir. Bizimki kurtarır onu... Hayatın güzel olduğunu anlatmaya çalışır. Anlatır da... İntihar etmekten vazgeçen sarhoş bizim çulsuzu evine davet eder. Ev değil saray yavrusudur aslında. İki kafadar sabaha kadar eğlenirler. Sabah olur fakat bir sorun vardır. Bir önceki gecenin sarhoşu ayılmıştır ve kendini kurtaranı tanımıyordur. Uşaklarına evden defetmeleri üzerine emir verir.
Tanıdık bir öykü değil mi? Neden bize yabancı gelmiyor acaba? Çünkü bizler bu öyküye 1983 yılında Kartal Tibet'in çektiği ve Kemal Sunal'ın başrol oynadığı En Büyük Şaban'dan aşinayız. Fakat hikâyenin orijinali sinema tarihinin en komik adamı Charles Chaplin'e ait. Bu noktada üzülerek belirtmek gerekir ki En Büyük Şaban, Chaplin'in 1931 yılında çektiği City Lights'in birebir yeniden çevrimidir. Öyle ki iki film esprilerine varana dek aynıdır. Sanırım bu noktada Şaban-Şarlo çağrışımına da kulak vermek gerek.
Little Tramp (Küçük Serseri), Charles Chaplin'in alameti farikası olarak kabul görür. Chaplin'in çocukluğunun Viktorya İngilteresi'ndeki yoksul mahallelerde geçtiği bilinir. Bu karakterin de o dönemin tipik insanının bir yansıması olarak görülmesi yanlış olmayacaktır.
Filmin bir diğer özelliği ise sesli sinemaya geçilmesinden 4 sene sonra sessiz olarak çevrilmesidir. Özellikle sinemada ses kullanımının hayata geçmesiyle birlikte sessiz filmlere olan rağbet görece azalsa da, o dönem sessiz çekilen Şehir Işıkları'nın büyük bir başarı elde etmesi Chaplin zekâsının bir ürünüdür. Kara mizahtan bir anda drama atlayan bu film aynı zamanda slapstick komedinin son örneklerinden biridir.
Eğer ki En Büyük Şaban'ı Şehir Işıkları'ndan önce izlemişseniz, bu filmden almanız gereken hazzı almanız doğal olarak biraz güç olacaktır. Filmin sessiz olmasına karşın vuruculuğundan bir şey kaybetmeyen finalini de es geçmemek gerek. Gözleri açılan çiçekçi kızın, kim olduğunu bilmediği halde, sırf haline acıdığı için Chaplin'e para vermesi göz dolduracak cinstendir. Kemal Sunal'ın yeniden çevrimini izlemiş olmakla yetinmeyin. Bir de üstadın ellerinden çıkmış, özgün versiyona göz atın. Bu da geç kalmış bir saygı duruşu olsun.

13 Ekim 2009 Salı

90'lı Yıllar #14

"Şakası bile kötü"dür pek çokları için. Bu da öyle bir şey işte. An itibariyle çok konuşmak boş konuşmaktır nazarımda. Klipteki hanımefendi tam da tahmin ettiğiniz kişi.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #93

  • Esmer bir çocuktu... Hafif de uzun boylu. "Uzun boylunun hafifi de nasıl oluyormuş, uzunsa uzundur" diyebilirdi insanlar onun hakkında. Fakat bu bile yalan nihayetinde. Rivaldo İrfan diye çağrılırdı. Top ayağına yakışırdı. Tip olarak ne kadar benziyorsa Brezilyalı futbolcuya, futbol tarzı da o kadar benziyordu işte. Lise futbol takımının yıldızıydı. Şimdiye dek kaç kişi için "Pırlanta gibi adamdır" demişimdir acaba? Hatırlayamadım şimdi. Belki şu an ilktir. Araya zaman girer... Yollar ayrılır... Bir zamanlar arkadaşınız olan insanla kağıt üzerinde hâlâ arkadaşsınızdır belki ama... Ama o kadar işte... Aradan 5 yıl geçer... Asvalta kırılan yumurtayı bile pişirebilecek bir sıcak vardır ve denize giderken karşılaşılır eski dostla. Ayak üstü bir muhabbet ve sonrası "Görüşmek üzere..." Görüşülmüyor işte. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini okumak adetim değildir ama o gün sayfaları çevirirken bir fotoğrafa çarptı gözüm. Kalakaldım. Bir tır... Altında üzeri gazetelerle örtülmüş bir beden... İkiye ayrılmış... Üç hafta olmuştu görüşmeyeli...
    Görüşmek üzere arkadaşım...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Pazartesi Notları #92

  • Küçüklüğüme ait kayda alınmış video görüntülerim vardı. Artık yok. Kayboldu gitti zaman içinde. Ne de güzel muhafaza etmişim değil mi? Ağlarım da ağlarım buna ağlarım.
  • İleride çocuğum olursa, ki olmayacak ama madem ihtimaller üzerinde konuşuyoruz, evet olursa onu 18'inci yaş gününde verilebilecek en güzel armağanı buldum bile. Bebekliğinde ve çocukluğunun belli dönemlerinde kayda alınmış görüntülerini bir cd'nin içinde ona sunmak. Belki o zaman kadar cd teknolojisine bugün Commodore 64'e bakıldığı gibi bakılır, bilemiyorum. "Belki" mi? Döverler adamı.
  • "Ney değil zurna" demek bitsin yahu. Biraz da "Ney" olsun işte. Bıktım yahu zurnadan.
  • Zurna demişken... Eskiden Mirc vardı. Tanımadığımız adamlarla chat yapardık işte. Ne buluyorduk şu an anlamıyorum ama oradaki kanallardan birinin adı da Zurna'ydı. Çok gereksiz bir bilgi, evet.
  • Alın size gıcık kaptığım, evet gıcık kaptığım, bir diğer şey. Anlatmaktan, uyarmaktan dilimde tüy bitti. "Ankaragüçlüler" denmesin... Bunu bir de koca koca spikerler söylüyor yahu. Ankaragücülüler demek bu kadar mı zor? Yoksa kulağa mı ters geliyor. Bir türlü çözemedim.
  • Teknobilet'in ekim sayısında M. Night Shyamalan dosyasıyla sizlerleyim. Sizler kim misiniz? İnanın ben de bilmiyorum.
  • Lost'un final sezonu başladığında ben askerde olacağım. Bir yandan güzel olacak. Döndüğümde koca bir final sezonunu arka arkaya yutma şansım olacak. Bir yandan da kötü olacak. O zaman kadar ben diziyi unutmuşum olurum. 6 sezonun birden üstünden geçmem gerekebilir. Biraz balık hafızası var bende sanırım.
  • Facebook'a her girdiğimde açılış sayfasında "Ne düşünüyorsun?" diye sorulmuyor mu, çıldırıyorum. Geçen gün yazdım "Sana ne benim ne düşündüğümden" diye... İyi yapmış mıyım?
  • Ankaragücü mağlubiyetinden sonra Facebook iletisine "1905 yılında başladı bu macera, seninleyiz Galatasaray'ım bunu unutma" yazan arkadaş en asil duygunun insanı bence.
  • Galatasaray'ın da çok şeyindeydi afedersiniz...
  • Düşündüm de birkaç saattir, gerçekten, Ankaragücüme gidiyor böyle yaşamak...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Özgürlükler Ülkesi!

Facebook'un popüler oyunu Farmville de erişimi engellenen sitelerden biri oldu. Gerekçe ise kullanıcıların Online Üretici Sertifikası'na sahip olmamalarıymış. Sanırım bunun bir sonraki aşaması mimarlıktan mezun olmayanlar için Lego'nun yasaklanması ya da ehliyeti olmayanların ellerinden oyuncak arabaların alınması olacak.

2 Ekim 2009 Cuma

Dinlenmesi Gerekenler (49) - You Love Me


Under the mother eyes of the Mexican sky
she was happy and it shows in the sun
and it was fate laid in stone
sacred heart, sacred ground
her two children and we moved as one

And you said you loved me
you said you loved me

Now there’s something missing
when you’re kissing me
It’s subtle yet it’s gone
and then I’m suspicious
and then it gets vicious
and then it’s a hole right through the heart

And you said you loved me
I thought you loved me

Now there is an ocean of time
between your life and mine
You look happy and you’re married again
and oh my lord how you’ve grown
to find me still alone
I am humble
I’m still trying to forget

When you said you loved me
I thought you loved me

DeVotchKa